Sayfalar

Çarşamba, Ekim 24, 2012

Yeni Blog

Erim'le sözleşme süremin dolması hasebiyle bonservisimi elime aldığım gibi yeni bloguma geçmiş bulunmaktayım. Bundan böyle http://mahdumunuzidealisttir.blogspot.com adresindeyim. Hala buralarda dolaşan işsiz güçsüz kim varsa bir göz atabilir.

Pazar, Ağustos 26, 2012

Bir Kadın ve Bir Adam - Breakdown

  ''Dırırırırı !!! ''

  '' 'Adam' arıyor... ''


   K: Efendim!?
   A: ...

    ...

   A: Bitti mi diyosun şimdi?
   K: Artık yapamıyorum...
   A: Hee... İlişki bitti yani?..
   K: Sana beni ilgi manyağı yap,sürekli benle otur-kalk demiyorum fakat beni kaale almamandan nefret ediyorum. Beni sevmediğini söyleyemem ama bana saygı duymuyorsun. Çoçuğunu şımarmasın diye; öpmeyen, ilgi göstermeyen, kaba davranan, eski kafalı,sert bir baba gibisin. Benden yana hiç mutlu değil gibisin, memnuniyetsiz gibisin. Sevgini esgiriyorsun resmen benden! Niye!?  Niçin böyle yapıyosun !?.. Neden beni dışlıyorsun; ben seni o kadar severken?..
   A: Bitmedi mi ?
   K: Dalga geçmenden de nefret ediyorum! Ve ben artık gerçekten dayanamıyorum...
   A: Şimdi bitti miiii; bitmedi mi?..
   K: Bitti!

   ''Dııt dııt dııt dııt...''

   A: A-Alo?..
   A: Aa... Kapattı.
  
Ek: Bir Kadın ve Bir Adam'ın diğer maceraları için ;


Pazar, Temmuz 08, 2012

Kadın Dedigin

Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta pezevenk olacak...

Yok bi dk öyle değildi lan bu...

Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta ibne!?

Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta orospu çoçuğu... Heh buydu!

Pazartesi, Nisan 16, 2012

Geçen Yine Iciyoruz... (2. bölüm)

   1. bölüm için; http://ortasekerlikahve.blogspot.com/2012/04/gecen-yine-iciyoruz.html?spref=fb

  Biz 2.ciyi de bitirdik; yani toplamda 2'şer şişe içmiş olduk. Kar daha da bastırmıştı,elemanların şarap hala duruyordu. Biz müsaade istedik,vedalaştık.Ardında yürümeye koyulduk, girdik birbirimizn koluna güle-oynaya,muhabbet ede ede ilerliyoruz.biz böyle makara yaptğımız için kayış iyice koptu, iyice saldık kendimizi.Yolda yüreyemez olduk,sendeliyorduk.Allahtan gecenin ileri saatleri olmuştu da, etrafta kimseler yoktu.Bu heralde onların önünde düşmesine bayaa içerlemiş, bana gülerek: ''Kimdi lan onlar !?'' falan diye saçma sapan sorular sormaya başladı; ''Geri dönelim,dövelim onları...'' falan dedi. İşin makarasındaydı tabii ama gerçekten çok salmıştı kendini, ben o ana kadar daha iyi gibiydim.

  Tabii,şunu belitmeliyim ki bu noktadan sonra hiç hatırlamadığım kopuk şeyler de başlıyor. Artık sendelemekle de kalmıyor; düşüyorduk.Abim bayaa bayaa geri dönmeye kalktı; ''Dövücem o pezevenleri!'' diye; zar zor tutup çekmeye çalıştım,'' Oğlum denyo musun sen? N'aptı herifler sana!'' diye söylendim.Lakin laf dinlemiyor, geri gitmeye çalıyordu yine.Hafif sinirilendim,önüne geçip ittirdim bunu, yere düştü. Güldü,''Çekil lan''diyerek ısrarını sürdürdü gülerek. Bi daha ittirdim sendeleyip tekrar düştü.Tekrar itmemin sebebi onu durdurmak mı yoksa; sadece yapabiliyor olmam mıydı bilemiyorum.Hafiften hoşuma gitmişti, bu durum. Zira dinçken bunu yapmam,onu iterek düşürebilmem imkansızdı (Haa... Güreşte işler değişir tabii, o ayrı! Gerekirse sikerim belasını...). En sonunda vazgeçti bu işten...

  Benim üşümem iyice arttı; titremeye başladım. Abim de fenaydı. Sonra etrafıma baktım, '' Nerdeyiz lan biz?'' diye sordum abime. O da etrafına bakındı.'' Burası neresi lağğn?'' falan diye söylendi. Etrafta dolanmaya devam ettik ama bi türlü tanıdık bir yol bulamıyorduk.Tanıdık bi yer,bi bina çıkarmaya çalıştım ama yok! Koduğumun Beylikdüzü'nde bütün binalar birbirinin aynısıydı...

  İlerlemeye devam ettik,ama nereye gittiğimizi bilmeden... İşin kötüsü: durmadan düşüyorduk ve kolay kolay kalkamıyor; kendimizden geçiyorduk. İşte o sıralar benim götüm attı, aziz dostlar! ''Ahaa!'' dedim; ''Biz sızıp kalıcaz,donarak ölücez burda...'', acayip oldum.''Annemi falan arayalım ya... Donucaz burda yoksa! '' dedim abime. Abim: ''Ya manyak mısın oğlum, buluruz şimdi sakin ol'' falan gibisinden şeyler soyledi gülerek, benim bu panik halimi görünce.Sürekli gülüyordu zaten. Bu durumda gülüyor olması hiç hoşuma gitmiyor,canımı sıkıyordu. İçimden '' Fena uçtu galiba...'' diye düşündüm -hoş, bu uçma konusun benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu,artık-, ben abimin ''Arama lan...'', ''Koy şu telefonu cebine .mına koyim '' uyarılarına rağmen telefon etmeye çalıştım.Lakin bir türlü edemiyordum! Hem alkolun hem de şiddetli yağan akrın etkisiyle, ekranı adam gibi göremiyordum, her şey bulanıktı. Ayrıca telefon da ''dokanmalı'',''ekranı ellemeli''ydi; ama ben soğuktan parmaklarımı hissetmiyordum bile o an. Bu şartlarda,bu kafayla telefonu kullanmam çok zordu. Bi yerlere basıyor,ardından kulağıma götürüyordum telefonu; ama bi şey duyamuyordum.''Ulan yanlış mı bastım yoksa?.. Ya da rüzgarın,abimin sesinden dolayı mı bi bok duyamıyorum?..'' diye söylendim içimden, o an abim de durmadan beni aramamam için rahatsız ediyordu çünkü. Anneme ulaşamadım. Git gide tırsıyor ve üşüyordum.Babamı aramaya çalışıyordum diye hatırlıyorum; gelip bizi alması için.Abimin herhangi bir itirazıyla karşılaşmadım; çünkü bambaşka alemlere dalmıştı o an zaten.

  Bu olay noldu  hatırlamıyorum.Başarısız olan bu telefon girişiminden sonra bi baktım ki; cadde gibi bi yere çıkmışız.Dedim bari, taksi bulalım eve varınca evden alır veririz parasını. Uzaktan gelen arabaları,üzerime gelen far ışıklarından ötürü seçemediğim için her gelen arabayı taksi zannediyor; el kaldırıyordum. Lakin hiçbiri durmuyor, geçip gidiyordu.Ben umudumu kaybetmeye başladım.Artık içimden dua falan etmeye başladım, imana geldim...''Ulan sarhoş bi şekilde ölücez.Önce donucaz sonra yanıcaz! kesin cehenneme gidicez,sikilecek belamız...'' diye içimden yerinirken iyice götüm attı. Taksi olup olmaksızın gelen arabaların hepsinin önüne atladım, yolunu kesitim.Göz göze geldiğim sürücülere ''Niye durmuyonuz lan! '' diye bağırdım.''Şaşıran sürüceler yavaş yavaş gaz veriyodu üzerime,ürkmüştüler. Abim kahkahalarla zar-zor çekmeye çalışıyordu beni arabaların önünden.Bu müdahalere ben de karşı gelmek için direnirken düşüp yuvarlanıyoduk yolun kenarlarına... Bu sayede arabalar öyle yol buluyordu kendilerine ve gazlıyolardı. Sonra biz öyle yürümeye,tekrar tekrar düşmeye falan devam ettik, heralde. Sonra annemin geldiğini hatırlıyorum, endişe dolu gözlerle geldi yanımıza.''Aha ! '' dedim o an,''Şükürler olsun Rabb'ime ! ''.İşte daha sonra eve gittik annem abime kahve falan yaptı; abim ''Uyumayacam!'' faln diye diretiyodu.Ben de yatağa geçip sızdım öyle diye hatırlıyorum...

  Sonra ertesi sabah kalktım.Verdiğim ilk tepki, yüzümde kocaman bi sırıtışla; ''Hassiktir!'' oldu.İçeri gittim.Annem kahvaltı hazılıyodu.Abim da kalktı,gülerek mutfağa geldi. Bana, '' Oğlum sen niye kendini arabaların önüne atıyosun lan!? Denyo!'' diye sordu kahkaha atarak. ''Ulan seni eve götürmeye çalıştık işte! yüreyemiyordun lan daha, devirliyodun durmadan...'' diye karşılık verdim ben de. Dün gece yaşananları çözmeye çalıştık işte, Abim ''Oğlum, ben senle bi daha içmem!'' dedi; ' Sana kalkalım,gidelim' diyorum, sen vaziyeti çakmıyosun'' falan diye söylendi. Sonra '' Yok aga! ben bi ton şey içtim,şu yaşıma kadar -lise de dahil- böyle olmadım.'' diye ekledi. Anneme dedim: ''Sen nasıl buldun bizi?''.Dedi: '' Sen arayıp arayıp duruyodun, bi şey demeyip kapatıyodun, en son aradın 'Acıbadem Hastanesinin ordayız,gel çabuk! ' dedin.Ardından ses kesildi yine. Çıktım ben de o tarafa; baktım bi apartmanın önündesiniz.Abin: ' Bizim apartman işte... ' diyerek girmeye çalısıyodu, sen: 'yok burası değildi galiba ' diyodun.O halde buldum sizi...'' dedi. Ardından şakayla karışık ''Utanmıyorsunuz di mi? O saatte kadın başıma beni dışarı çıkarttınız... Öldüm burda meraktan. '' diyerek sitem etti. Bana, '' Babanı da aramışsın sen, 'Gel, al bizi' demişsin.Şaşırmış,ne dediğini anlamamış, kızmış sana 'Nereye geleyim lan! Adam gibi konuşsana !'' diye sormuş, sen de ''Gel 'lan' işte! Beylikdüzü'nün arka taraflarında bi yerderyiz, Çabuk gel! ' diye bağırmışsın. Utanmıyor musun öyle konuşmaya babanla'' dedi. Ben çok şasırdım,utandım; ''Yok ya! 'lan' flan dememişimdir...''diyebildim .''Valla anne, ben o kafayla ölücez sandım o soğukta donarak''ondan paniklemişim ne yaptığımı bilmiyordum'' diye de ekledim. ''Zaten yolun yarısından döndürdüm buraya geliyodu...''dedi ( O gün babam Topkapı'da kalacaktı,ben o an unutmuşum). Ayrıca '' Kadir'i de aramışsın,gece boyu bana ulaşmaya çalısmış,bayaa korkumuş çocukcağz...Ben, gece buldum diye haber verdim,sen de bi ara konuş.Ayrıca Sultan da aradı '' dedi.

  Kadir'i aradım,durumu anlattım.''Seni ne ara aradım lan ben? Ne dedim sana ? '' diye sordum.''Ya aradın 'Kadir,dur sakın kapatma! ' dedin, arkadan sesler geldi. Tak! Ses kesildi, kapandı. Geri aramaya çalıştım cevap gelmedi,meşgule düştü.Ardından ''Üzg., sonra ararım.'' diye mesaj geldi.Ben işkillendim; ''Biri bi şey mi yaptı bu böyle mesaj atmazdı'' falan diye.Annene falan ulaşmaya çalıştım; Kültür Üniversitesin'de çalıştıgını biliyodum.Ordan aldım zar zor telefonu falan.Ama ona da ulaşamadım başta.  Polisi aramaya kalktım da adres istediler,veremedim'' derken ''Oha!'' diye sözünü kestim;''Ne polisi! ''.'' Lan olm ne biliyim! Öyle mesaj falan gelince kaçırdılar sandım.Çok korktum,tüm evi uyandırdım.Kaça kadar uyaymadık senin haberin var mı lan!?'' diye sitemkarca sordu.Özür diledim, ''Yaaa...'' dedim; ''Sorma maymun olduk! Çok fena çarptı,şarap. Kaybolduk işte, yolu bulamadık...Götüm attı donucaz diye. Annemi aramaya çalışırken,aramışımdır heralde seni de '' dedim.Endişelendirdiğim için özür dileyip ilgisi için teşekkür ettim,vedalaştık.Sonra Sultan'la da konuştum; ''N'aptım seni de mi aradım?'' diye sordum.Lakin onu aramamışım en azından. Ona Kadir demiş,'' böyle böyle... Adres-telefon var mı evlerinin?'' diye.O da meraklanmış,korkmuş.Ona da durumu, ayrıca anlatarak ilgisi için teşekkür ettim.

  İşte... Abim o günden sonra şaraba tövbe edip perhize başladı. Annem: ''Bi daha ben sizi dışara salmam'' dedi. Babam: ''Evin yolunu bulmayan pezevenkler! '' diye dalga geçti.Bense; tüm bunlar karşısında sadece sırıttım,çok gamsızdım.

                                                                                                                                        Son.

Pazar, Nisan 15, 2012

Gecen Yine Iciyoruz... (1. bölüm)

  ''Anlatsam mı; anlatmasam mı?'' diye çok düşündüm aslında.Çünkü rezil bir durum bu. gerçekten büyük bir rezalet yaşanılan... Hala tereddütler içersindeyim,belki de hatadır bunu anlatmak.Belki de; bir daha hiç konuşulmamalı bu yaşananlar...

  ''Anlatacaksın işte... Yoksa işin ne burada, niye yazıyorsun bunları? Bal gibi anlatacaksın,anlatıyosun.Peki bu naz,bu samimiyetsiz çekingenlik, bu şov niye!? Adam gibi anlat,anlatacaksan! '' diye haklı olarak, söylendiğinizi tahmin ediyorum...Lakin anlattığımda siz de bana hak vereceksiniz,öyle kolay kolay anlatılacak bir durum değil bu. Zaten bu zamana kadar beklememin de sebebi budur.

  Anlatacağım elbet aziz dostlarım! Her şeyi olduğu gibi anlatacağım...Lakin biraz sabretmenizi isteyeceğim. İzin verin, bu olayın bende yarattığı hisslerden bahsedeyim önce.

  Ben her ne kadar rezalet desem de, bu olayın ayırdına vardığımda duyduğum şey utanç değildi.Hatta mutluydum bile,garip bir şekilde kendimi bu duyguya kaptırmaktan alamıyordum.Birazdan anlatacağım bu olay; uygun ortamlarda,dost meclisinde sıkça anlatılacak(anlattığım) bir olay.Başta dediğim gibi ''Rezalet!'' denerek anlatırılır,lakin olayı anlatan, kahramanımızın yüzü sürekli sırıtır. Pekiyi niye sırıtır kahramanımız? Niye neşeli gibi görünür; madem durum rezalet ise ?

  Böylesi enteresan durumlar, rezalet gibi dursa da aslında insanların kendi içlerinde gurur duydukları anılardır.Bu anılar, insanın hayatını ilginç kılar. (yani onlar öyle düşünür).Ayrıca ileride de, genç kuşaklarla anlatılacak, ''Ya işte biz böyleydik,şöyle haşarıydık,öyle hızlıydık'' mesajlı hikayeler sağlar.Unutulmaz anılardır bunlar.Kişinin yaşamını doldurur, dolu gösterir. İnsan, yaşadığı olay taze iken de sırıtır,eski bir anıyken de... Evet, sırıtılır; çünkü bu durumda insan yaşadığını hisseder.

  Bu insanların o anıları anlatırken, gözlerine iyi bakarsanız; gözlerindeki farklı parıltıyı farkedersiniz, gözleri bile sırıtır. Bu '' sırıtma'' durumun yaş ile alakası da var elbette,lakin sadece genç yaştaki insanlarda olan bir şey değildir bu.Genç insanlar,sadece daha coşkulu anlatırlar böyle durumları,daha çok gurur duyarlar.

  Elbet böylesini anıları,süsleyip püsleyerek gıcık bir şova dönüştüren kolpacılar da vardır.İnsanlar, bu samimiyetsizlerden iğrenirler.Kimin gerçekten samimi; kimin kolpacı olduğu gerçeğini de, bahsettiğim gibi kişinin gözlerinde bulabilirsiniz.

  Benim baştaki tereddütlerimin sebebi de buydu.Beni de o samimiyetsiz insanlardan zannedersiniz diye kaygılandım.Ama,en bir ufak kolpa yapacak değilim sevgili dostlarım,her şeyi olduğu gibi anlatacağım,Tanrı buna şahittir! Haa... Ayrıca kendimi kasarak; neden size bir şey ispat etmek zorunda hissettiğimi de anlıyor değilim zaten! Buna ihtiyacım yok!

  İşte ben de aptal aptal sırıtırım bu tür anılarımı anlattığımda, çok hoşuma gider çünkü. Evet! Sizden çekinecek değilim; sırıttım ve yine sırıttacam! İşte sırıtmaya başlıyorum...

  Olay çok eski de değil; yeni de değil, şubat başlarında oldu. Hanii, şu lapa lapa kar yağan gecelerden biri. Abim(benden 5 yaş büyük) henüz yeni gelmişti işten diye hatırlıyorum -belki de o gün izinliydi de,hep evdeydi- ben de evde, öylesine vakit geçiriyordum ki; abim: ''Şarap alalım'' diye söylendi. Tam, ben: ''Ya...Abi ben çıkmam şimdi bu soğukta ya! '' diye itiraz edecekken, ''Hatta gel lan, beraber çıkalım! Kartopu oynaya oynaya gider, geliriz.Hem spor olur,kilo vermeliyim '' diye ekledi,göbetiğini tutarak. Hoşuma gitti benim de '' İyi'' dedim;'' Kapışırız...''.

  Giyinip evden çıktık,o apartman kapısından önce çıktı.Ben kapıdan çıkmadan evvel botların bağcığını bağlıyordum.Ardından ben de çıktım.Elinde kartopu beni bekliyordu, birbirimize bakınca gülmeye başladık.Onun ki tehditkar bir gülüştü; benimkisi ise ''Abi dur bokunu yiyim,hazır değilim daha'' şeklinde, çekingen bir gülüştü. Hafifçe eğildim. Bir elimi ona dogru kaldırıp, atacağı kartopuna karşı koruma yapıyor; diğer elimle yerdeki karları toparlamaya çalışıyordum. Bi süre elindeki kartopunu bana atıyomuş gibi yapıp ''fake''ler verdi,benim verdiğim tepkileri görüp eğlendi.En sonunda salladı ellindekini: ıska! Ani bir şekilde yerde topladıgım karları 2 elimle avuçlayıp top haline getirdim.Bu sefer benim gülüşüm, '' Şimdi şiktim belanı! '' gülüşüne döndü; onun ki de '' Ananski! '' gülüşüne. Kovaladım bunu,arabalrın oraya doğru kaçarken ben de salladım elimdeki kartopunu ardından.Lakin nereye...Çok alakasız bi yere gitti.

  İkimiz de kazmaydık, zannedersem abimle tek ortak özelliğimiz de buydu.Tip olarak da birbirmize o kadar benzemiyoruz ki.Bizi ilk görenler kardeş olduğumuza inanamıyordu.Gerçi ben de babama benziyorum,abim de... Ama gel gör ki; ikimizin alakası yok. Bi kere ben; siyah saçlı,kahverengi gözlü,buğday tenli zayıf bir adamım.Abimse; komple kızıl, koyu yeşil gözlü, iri,göbekli bi adam.Yani insanların inanaması gayet normal.Biz bile inanamıyoruz.Başlarda(ufakken) birbirimizden süphelenmiyor da değildik zaten.Lakin benim sakallarda hafif kızıllıklar olunca; ''Aha!'' dedik,''Bu bir ispattır! ''. O zamandan beri birbirimize daha bağlıyız... İnanamayan,şaşıran olursa da hemen sakallarımı gösterip ''Bak!'' diyorum.


  Herneyse, bi süre kartopu oynadık,fakat ellerimiz fazla dayanamadı. Oyunu bıraktık. Tekele dogru devam ettik.Abim ''Lağğn, aslında hava güzel yağıyor ha! Dışarda takılalım,hem şarap üşütmez'' dedi.Kabul ettim,''İlerde çamlık-park var oraya gideriz o zaman.Ora güzel...'' dedim. İşte, önce tekele uğradık; 2 şişe şarap aldık,beyaz leblebi aldık. Ardından, geçtik çamlığa,karşılıklı 2 bankın oraya kurulduk.Pek kalabalık olmasa da başta -ki; saat 23.00 dolayları olsa gerek- parkta bir takım insanlar vardı,fakat yine de bizim yakınımızda değillerdi. Arada 1-2 köpeğe baktık yanımıza gelen, köpeğiyle gezmeye çıkan çiftler vardı. İmrendik... Yani çift olmaya değil! Köpek sahibi olmaya. ''Ulağğn bi tane de biz alsak ya şunlardan'' diye sevdik köpekleri. Annemi, bu olaya nasıl ikna edebileceğimizi düşündük; bulamadık... Annem hayatta izin vermezdi; çünkü bilirdi köpek geldiğe, bizle beraber ekstradan onla da uğraşması gerektiğini.Bu konuyu her açtığımızda ''2 tane var zaten...'' cevabıyla karşılayor,ağzımızın payını alıyorduk.

İşte böyle sohbet ede ede şarabımızı içtik.bi ara ''kardan adam yapalım'' dedik;''Hem sik, taşak da yaparız...'' ama elimiz dondu,kar sıkışmadı,iyi bir kitle oluşturamadık falan filan derken şaraplar bitti.Kafa başı 1 şişe zaten bizi güzelce keyiflendirmiş,hafiften boyamıştı Ama kesmezdi... Abim: '' Git lan evden para al,2 şişe daha kap-gel, bekliyorum ben burda'' dedi.''Annem verir mi ki?..'' diye sordum.''Verir,verir'' dedi; '' Söyle mutlaka versin.Hadi çabuk git; koş bak, bekliyorum'' diye de ekledi.

  Kar şiddetini arttırmıştı...Üşüyordum... Hızlıca yürümeye koyuldum,hatta bi ara depar attım! ''Kimse görmüyor nasılsa,hem ısınırım'' diye -alkolun etkisi olsa gerek- ve sonunda eve vardım... Annem kapıyı açtı,sadece beni görünce '' Abin nerde?'' diye sordu. ''Dışardayız ya sen bi 50 lira çıksana, takılcaz biz biraz daha.''dedim.İlginçtir ki; hiç itiraz etmeden verdi parayı ve ''Ben uyucam ama'' dedi.''Ben de uyu sen,ben de var anahtar'' dedim ve çıktım. Tekele dogru ilerken işemem gerektiğini farkettim, aniden bastırmıştı. Kuytu bi yere geçtim ve işedim.o kadar rahatladım ki gözümden yaş süzüldü.Yanağımdan süzülen göz yaşını dilimle sıyırdım. Ardından tekele vardım ama kapatmıştı.Ben de dogru çamlığa gitim. Vardığımda, abim ''Hani...'' dedi ''Şaraplar nerde?'' diye sordu.kapalı olduğunu söyledim.''Dur...'' dedi; ''Şu aşağıda da var. Gel oraya bakalım; olmadı,benziliğe gider, ordan alırız bi şeyler''. Yürüdük biraz,tam kapatmaya hazırlanıyorken,açık bulduk bahsettiği yeri. Yine 2 şişe şarap aldık,çamlığa geri döndük.

  Biz kendi yerimize dogru ilerleken, bizim yere 2 kişini kurulduğunu gördük,onlar da bir şey içiyordu. İlerledik selam verdik,selamştık. ''Sizin yer miydi ya?'' diye sordu beriki. ''Hee..'' dedik ''Takılıyoduk, şarap bitti almaya gittik.''.'' Biz de boş gördüydük de... '' diye çekingen bir tonla karşılık verdi.''Sorun yok ya... takılırız berebar, bura iyi. Üstü falan kapalı; kar pek gelmiyor.'' dedik. Sonra onlarda da bizdeki şarabın aynısından olduğunu farkettik: ''Cumartesi''. 1 şişeyi 2'si içiyordu birlikte.Bi süre ''Cumartesi''den falan bahsettik, içiminin ne kadar güzel oldugunu falan anlatıp şarabın kalite-fiyat oranının uygunluğunu övdük... Muhabbet ilerledi.

  İlerleyen sadece muahbbet değildi,o süre zarfı içinde içilmeye devam etti.Dolayısıyla alkolun etkisi de bir hayli ilerlemiş olmalıydı.ben size başta ''her şeyi anlatacagım, oldugu gibi'' dedim ama tüm olayları çok net de hatırlayamıyorum; misal abim de bir ara bir yere işemiş olmalı...Ama gel gör ki;ben böyle bir şey hatırlamıyorum.Gerçi ben eve gittiğimde bi yerlere işemiş de olabilir...Herneyse... Ama genel olarak olay sırasını hatırlıyor ve ne olup bittiğini,temayı biliyorum.Neyse, devam edelim...

  İşte sohbet, makara, o-bu derken şarapları da çekiyoruz.Ben boşalan bardağımı doldurmak elime şişeye attım ilki bittmiş,İçimden ''Aa...'' dedim ''bitmiş bu''.Şaşırmamın sebebi; diğer elemanların şişenin daha yarıya bile inmemiş olmasıydı. Diğerine el attık doldurduk.o ara yanımdaki sırıtarak:'' ''Ya kardeşi sen ne kadar hızlı içiyosun öyle,valla acayip içiyorsun'' dedi, gülerek. '' Hava soğuk ya ondan falandır'' dedim ben de gülerek. Öyle bi konuşuldu bu. Benim bir hoşuma gitti,bir hoşuma gitti tabii... Anlatamam size, aziz dostlarım! O andan sonra ben nispet yaparcasına,'' Biz böyle içeriz kardeş!'' dercesine daha da hızlı çektim şarabı. Acayip gaza gelmiştim,2 yudumda bitiyordum, plastik bardaktaki şarabı.Gerçi bunda üşememinde de etkisi vardı. Abim:'' Erim, hadi gidelim lan,hava soğudu... '' dedi. ''Ya dur 2 dk daha şarap bitmedi daha,nereye gidiyoz...'' diye karşılık verdim,yerdeki şişeyi ona uzatarak ''Az sabret.Al,çek şaraptan üşümezsin...'' diye de ekledim.

  Sonra sohbete devam ederken abim birden -hoooop!- ne dogru devrildi.Abim,dediğim gibi bayaa iri biridir zaten, hele giydiği o omuz korumalı motor montuyla... Eni boyunun yarısı gibi bi şey olmuştu.Öyle büyük bi kitlenin kule gibi öne dogru yıkılması bayaa ilginç ve komikti.''Yaramıyosa içme oğlum!..'' diye takılarak yanımdaki elemanla kaldırdım,bunu. '' Ayağım kaydı oğlum,buzlanmış burası diye söylenerek durumu kurtarmaya çalıştı.


                                                                                                                        Devamı Yarın.



Not:  Ayrıca bakınız;

Cuma, Mart 23, 2012

Tanımadı Beni

  Bakırköy'deydim, bir arkadaşımla orada buluşacaktık.Arayıp gecikeceğini haber verdi arkadaşım.Dolayısla benim bi yere oturup yemek falan yememi, vakit gecirmemi tavsiye etti .

  ''Ulan,sanki manitayla buluşacaksın da,böyle geç gelmeler falan...Hayır yani...Neyin peşindesin sen? Bana 'cool' olduduğunu mu ispat etmeye çalışıyosun, artiz!? '' diye sordum.

  ''Yok abi... Uyanamadım,geç yattım dün'' dedi.

  ''Oğlum, öğlen 1'de bulaşalım diyen sendin,madem uyanamayacaksın; niye öğlen 1 diyosun bana!?'' dedim.

  ''Kusara bakma abi''lerle, '' Bi daha olmaz kanka''larla geçiştirmeye çalıştı durumu.

  '' Bu bir değil,iki değil; sen hep bunu yapıyorsun! '' diye sitem ettim

  '' Napayım...'' dedi, onun hüzün dolu,samimi zannettiği fakat samiyetsiz olan bir ses tonuyla ve ekledi: '' Tüm gece 'o'nu düşündüm...''

  '' Sikicem şimdi 'o'nu da... Seni de... 'O' kim ulan !? ''Diye sordum

  '' Öyle deme seviyorum,seviyodum abi...Gelince her şeyi anlatacağım merak etme,zaten bu yüzden çağırdım seni...'' dedi

  '' Ya...'' dedim, '' Sus! Allah aşkına sus! Hadi çabuk... Bak ,bekletme çok'' dedim, kapadım telefonu

  Konuşmanın ardından etrafıma bakındım sinirli sinirli, yürümeye başladım meydandan aşağı doğru. Baktım; güzel,tenha  bi dönerci var, daldım içeri... Bir de ne göreyim, tezgahın ardında duran adam, bizim eski mahalledeki lahmacuncunun sahibiydi! Biz hep o lahmacuncudan yerdik, paket servisi olamadığı için de hep ben gidip yaptırırdım lahmacunları. Ben 8-9 yaşlarında bi çocuğum o zaman. Kasada duran bu adam, beni çok severdi. Her gittiğimde; şiparişleri beklerken benimle konuşup başımı okşar, limonata ikram ederdi.Bu şekilde bayaa bi muhabbetimiz,hukukumuz olmuştu zamanla.Sonra birden kapanmıştı lahmacuncu ve bi daha görememiştim o adamı

  Heycanla selam verdim, ''Aa!'' dedim, ''Abi,siz Topkapıdaki  'Temizoğulları -Lahmancun' un başında değil miydiniz? ''

  '' Evet?'' dedi,meraklı bakışlarla

  '' Hani ben lahmacun yaptırmaya gelirdim, sık sık konuşurduk? Hatırladın mı abi?'' diye sordum,anlattım durumu

  Hatırlamadı...ama hatırlamış gibi yapıp '' Ha... evet '' dedi. Hatırlasaydı; bu gibi durumlarda olan, sonradan hatırlama olayını yaşayan insanlardaki gibi gözlerinde bi pırıltı oluşur, bu durum yüzünden okunurdu.Ama o pırıltıdan eser yoktu,onda... Herneyse, sonra iş olsun diye halimi hatrımı sordu,öyle kısaca konuştuk.Ardından ne yemek istediğimi sordu.Yarım et döner istedim.Döner geldi,o an aklıma limonata istemek de geldi. Eğer adama bunu dersem; belki o zaman beni,yaşadıklarımızı gerçekten hatırlayabilir, hatta eski günlerin anısına limonataya para bile almayabilirdi! Limonta da istedim.''Derhal abicim.'' diyerek geri döndü,limonata da getirdi.Lakin herhangi bi değişiklik yoktu...

  Yemeğimi bitirmiştim.Arkdaşımdan, vardığına dair mesaj da gelmişti.Kasada, adama dönerin ve limonatanın parasını ödedikten sonra, vedalaştık.''Yine beklerim...'' dedi, başımla onayladım ve çıktım.

 Arkadaşla buluştuk, hemen yapıştım yakasına  ''Söyle lan! kim 'o' ? Bir haftadır 'o' ,'o', 'o' diye beynimi siktin!'' dedim

  '' 'O'...'' dedi,benim cocukluk aşkım...Geçen tesadüfen bi yerde karşılaştık. Sevmiştik birbirmizi o zaman, çok sevmiştik...Ben onu hiç unutamadım,heycanla yanına gittim... ama o tanımadı bile beni...'' dedi.

  Ardından arkadaşıma dönercide yaşadığım o olayı  anllatım. ''Sorma, ben de şimdi eski mahalledeki lahmacuncuyla karşılaştım; biz de birbirimizi çok severdik. Lakin o da tanımadı beni... '' dedim.

  ''Sen niye içerledin ki ?'' diye sordu

  İçimi döktüm,'' 'O' ...'' dedim, '' Beni çok severdi...Limonta verirdi...Başımı okşardı...'' gözlerim uzaklara dalmıştı. Ardından kendimi toparladım ve '' Ulağn...'' dedim sırıtarak '' Millet çocukluk aşkıyla karşılaşır etkilenir; ben 'çocukluk lahmacuncu'mla. Bu nasıl iş, bu nasıl talih mına koyim!'' diye sitem ettim.

  '' Belki de...'' dedi, ''Belki de senin aradığın, eksikliğini hissettiğin şey, o adamın sevgisiydi ve bu sebeble bu kadar içerledin bu duruma... ''dedi, o başta bahsettiğim ses tonuyla.

  Şaşkın bir ifadeyle yüzüne baktım, ''?''

  ''Anlasana senin çocukluk aşkına ihtiyacın yok,senin o lahmacuncuya, verilen o limonataya ihtiyacın var. O seni karşılıksız, seni sen olduğun için sadece çocuk,sadece masum olduğun için seviyordu! Sevgilerin en yücesi!'' diye ekledi, aynı ses tonuyla.

  '' Hassiktir ordan lan...'' dedim, ''Kesin, başka lahmacuncuya gitmeyeyim diye limonata veriyordu o göt... '' .

  Bi süre konuşmadan yürümeye devam ettik...

Pazar, Mart 11, 2012

Insan ve Mekan

  Bildiğimiz üzere; insan zamana ve mekana bağımlı bir haldedir.Yani yaşadığı müddetçe mutlaka belirli bir zaman ve belirli bir mekan üzerinde varolabilir. İşte bu yüzden her insan bir mekana ihtiyaç duyar.Bu ihtiyaç durumuna göre, mekanda bir spesifiklik aranır.Örneğin; insan sevişeceği birini bulduğu zaman bir ev de bulmadır; ya da bir otel odası, en kötü sinema salonuna gitmelidir. Çünkü insan, hayvanlar gibi uluorta yerde sevişemez,ona göre bu iş mahremiyet ister...

   Eni, boyu ve de yüksekliği olan, 3 boyutlu bir alan içersine serpilmiş bir takım eşya ya da araç-gereçlerden oluşturulmuş bir ortam değildir sadece mekan.Bir ruhu vardır,bir aurası...Bahsettiğim ruh, insanda bir takım duygular uyandıran bir olgudur.Yani,aslında mekanın ruhunu oluşturan şey o duygulardır,mekanın ruhu o hissiyattır. Bu duygular pek çeşitlidir: huzur, güven, mutluluk, heycan, gerilim, korku, bunalım ya da yabancılık, tiksinti, benimseme, vb şeyler...

   Ayrıca, şu noktada eklemek gerekir ki; mekan içersinde bulunan insan veya insanlar da, aslen mekanın bir parçasıdır.Yani, kişiye göre kendi varlığı haricinde kalan, diğer bütün varlıklar mekanın parçasıdır.Daha açık konuşayım; klasik bir cafe ortamı düşünelim,eğer bu cafenin müşterileri,müdavimleri kişinin hoşlanmadığı, tasvip etmediği ya da yadırgadığı tiplerden oluşuyorsa; kişi rahat edemeyebilip sıkılabilir, hatta tiksinti duyabilir.Bu durum da kişi, bir bütün olarak, o cafenin kendisinden de hoşlanmaz. Halbuki; aynı ortam kişinin kendi gibi, benimsediği tiplerden oluşmuş olsaydı,kişi herhangi bir olumsuzluk hissetmeyecek, aksine kendi oldukça rahat  hissedebilecekti...

   Ya da bir stadyumu ele alalım.Eğer içersinde ki kitle çoşkun,ateşli bir kalabalık ise mekan bambaşka bir hava alır ve boş olduğu durumdan farklı olarak bambaşka bir mekan oluşturmuş olur. Bu stadyum içersinde mücadele eden futbolcuyu ele alalım.Eğer varolan, o çoşkun kitle onun takımının taraftarı ise genel olarak futbolcunun tutku,özgüven gibi, onu motive edecek hisslerin şiddeti katlanacaktır.Aksi durumda,futbolcu deplasmanda ise; bu sefer de, futbolcu, mental hassasiyetine göre demotive olacaktır.Tabii bu gibi durumların oluşmasında ,işin içersinde ünsiyet de mevcuttur. Mekana karşı hissedilen bu alışıklık, futbolcunun daha iyi oynamasını sağlayacaktır.

   Ünsiyet gerçekten çok önemlidir.Kimi insanlar vardır; evlerini dışında uyuymaz, hatta tuvalete bile sıçamazlar.Ortam son derece müsait, kişiye gerekli mahremiyeti sağlamış olsa dahi, sırf alışık olmadığı için o yerde sıçamaz. Şu noktada görüyoruz ki insan,canlılar arasında psikolojik olarak en hassas olanıdır.Uygun olmasına rağmen,mekandan rahatsız olduğu için sıçamayan at ya da köpek olmaz.

  Tüm bunları düşünüce görüyoruz ki insan ve mekan arasında çok derin bir bağ vardır.yapılan her düzenlemede,her sistemde bu bağ göz önünde bulundurulmalı,İkisi arasında uyum mutlak suretle aranmalıdır...

  İşte ben tramvay durağına doğru yürürken yolda, bu anlattıklarımı düşünüyordum; gideceğim yerde iki kelam laf etmem gerekir, taklaya gelmeyeyim de evvelden oturtayım ne anlatıcağımı diye... O gün Kadir'le buluşacaktık onların okulda,Mimar Sinan'da. Plan yaparken '' Öğleden sonra gelirsin,yemek yeriz falan.Sonra biraz okulda takılırız,ardından seçmeli bir ders var: 'İnsan ve Mekan' diye, ona gireriz; bir saate biter.Bitince de Taksim'e çıkarız'' demiş, ''Oğlum! Sınıfta toplam 10-12 kişi oluyor,sadece 2-3 erkek falan kalıyoruz,alayı kız lağğn...'' diye de çoşkulu bir biçimde eklemiş, beni de çoşturmuştu. ''O zaman,'' dedim; ''fotoğraf makinesi alayım yanıma''. ''Niye?'' diye sordu, ''Aman, Kadirciğim '' dedim;'' Mimar Sinan'ın şanındandır.Yarı-pro bi makine var,diyafram ayarıyla oynayıp,boş bank falan da çekeriz hem...'' ardından da, Tophane'de mi yoksa; Fındıklı'da mı inmem gerektiğini sordum. '' Fındıklı'da in, bak etrafına, 'uzun saçlı gençleri'  gördün mü; takip edersin...'' dedi. ''İyi '' dedim gülerek, yeterince açıktı...

   Durağa varmıştım, hemen yanda gazete bayii vardı.Ben de o hafta çıkan uykusuzu almamıştım.Dergiyi almak için bayii'ye yöneldim; fakat '' Ulan ya Sarıkaya bu hafta da yoksa?'' diye bi an düşündüm önce...Sonra '' Olsun ya elimde taşırım; bulunsun aksesuar olarak. Ortamda işe yarar belki...'' dedim ve bayiideki adamdan ''uykusuz'' istedim; verdi. Ardın da gözüm yandaki fotomaça takıldı. Aklıma birden; uykusuz yerine elimde fotomaç'la, ganyan ekiyle dolaşşam MSÜ'de, mekanı nasıl etkileyeceğimi, mekanla aramda oluşturacağım bu uyumsuzluk karşısında etraftakilerin üzerinde nasıl bir etki yaratcağımı,onların ne gibi tepkiler vereceğini falan düşündüm.Ve bu, bi tür sosyal deney sayılabilecek bu olayı uygulamayı karar verdim.

   Bayiiden; ''Usta, bi de fotomaç versene'' diye ekledim. Hemen moda girmiştim. Belirtmeliyim ki; fotomaç öyle '' bir fotomaç alabilir miyim'' diye istenmez.  İstenirse, '' Tabii efendim,'rahatlıkla alırsınız...' '' gibi nüktedan cevaplarla karşılaşmanız son derece olasıdır. Tabii, ben burda Topkapı-Kaleiçi'nden bahsediyorum. Diğer semtlerideki gazate bayii sorumlularını tenzih ederim.

   Fotomaçı da aldıktan sonra; yola devam ettim.''Tam 40 Sayfa'' olarak tanıttıkları, o güne özel, iddaa ekini çöpe attım.Benim işim '' tempo'' adlı ganyan ekiyleydi. Tramvaya bindim, şanslıymış ki boş bi yer de buldum. Önce uykusuza baktım,Umut Sarıkaya yazı yazmıştı, zevkle okudum ve dergiyi kaldırdım.Ardından ganyan ekine göz gezdirmeye başladım.

   Altılı'dan pek anlamam.Tamam; favorinin daha az kazandırdığını,eşeğin galibiyetinde kat ve kat,daha fazla kazandıracağını bilirim, ya da  Halis Karataş'ı tanırım en azından.Yani yaşıma göre yine de  oldukça bilgi sahibi sayılırım. Ben maalesef ki;  ''İddaa''zamanına denk geldim. Ama gerek mahalleden; gerek kendi abimden olsun, biliyorum ki; benden bi evvelki nesil ''ganyancı''ydı. Mahalledeki ganyan bayiinde sık sık üniformalı lise öğrencilerine rastlanırdı. Ama işte, ne zaman ''İddaa'' denen, o dandik oyun çıktı; ganyan olayı  için son başladı. İlk çıktığı zaman bile Altılı'ya büyük darbe vurmuştu İddaa. - sadece ganyana verdiği zararla kalsa da iyiydi, ayrıca ''iddia'' kelimesini de sikip atmıştı- Üzülerek söylüyorum ki; oynanma oranı daha da düşecek ganyan'ın, çünkü yeni bir ganyancı nesil gelmiyor artık

   Her neyse, işte... Fındıklı'ya geldim. Okulun önünde Kadir'le buluştuk, yemekhaneye doğur yürüyorduk. Elimdeki ganyan ekini görünce; '' Bu ne lan?'' diye sordu. Elimdekinin ganyan eki olduğu açıktı.Burada asıl merak edilen elimdekinin ne olduğu değil de, ''ne için'' elimde olduğuydu.Bunu bilmeme rağmen,bilerek ''ganyan ekiii...'' dedim.''Napıcaksın onu ?'' diye bir kere daha sordu.'' Tuvalet kağıdı yapıcam'' demek geldi içimden fakat demedim, çünkü yemekhanenin kapısından girmiştik o sıra, birazdan yemek yiyecektik. '' Sosyal bir deney yapıyorum. 'Mimar Sinan' gibi çok uygun bir ortam yakalmışken kaçırmak istemedim bu fırsatı. Bununla beni burada gören,insanların tepkilerini inceliyorum.'' dedim. Sırttı: ''Ya olm manyak mısın? Bi siktir git ya, koy şunu çantana.birazdan masaya oturucaz,arkadaşlar var...'' dedi. Hızlıca ilerliyorduk.Ben zaten yemekhaneye ilk girdiğimizde gördüğüm kalabalıktan -ki çoğu kızdı- biraz çekinmiş,elimdeki ganyanı kolumun altında, hafif saklamaya başlamıştım.Kadir ''arkadaşlar var'' deyince de iyice çekindim. İlk seferde beni, birden böyle görmeleri ağır olabilirdi. Özellikle kızlar için...

   O benim yemeğimi önceden almış, masaya yerleştirmişti. Direkt masaya yöneldik. 2 kişi daha vardı, ikisi de erkekti. İçimden: '' Bu muydu lan arkadaşlar... Piiii! '' dedim, sonra; ''Neyse, derste kızları da görürüm nasıl olsa'' diyerek, keyfimi bozmadan devam ettim. Önce tokalaştık,tanıştık falan; ardından biz de oturduk yemeğe,biraz soğumuştu. Ben etrafa bir daha baktım; her grupta, en az bir kız vardı.Sap erkek olan tek grup bizdik, koca yerde. ''Sokayım ganyanına! Gerek yokmuş ki lan ganyan'a. Bu grup böyle de mekana hiç uymuyor zaten...'' diye düşünürken, farkettim ki; bizim elamanlardan bi tanesi de diğer masalara göz gezdiriyor. Ben: ''heralde o da farkketti durumu, tanıdık birelerine mi bakıyor,kız arkadaşlarına mı bakıyor lan acaba !?'' diye umutlanırken; '' Ya abi, her masada ayran var; bi bizde yok lan'' dedi. Baktık harbiden de öyleydi.Demek; hem kızsız hem de ayransızdık. Hani, ''co-co-co combo breaker! ''derler ya.İşte aynen öyleydik. Her neyse, diğeri kalktı da ayranları alıp geldi, en azından yemeği kuru-kuru yememiş olduk...

   Yemekten sonra,diğerleri yanımızdan ayrıldı,dersleri varmış. Biz de, ders saatine kadar dışarda basket oynalım dedik.Orda birkaç elaman daha vardı. Tek pota, 3vs3, oynamaya başladık..Son 2-2.5 yılda belki iki; belki de üç kere basket oynamışımdır heralde, ona rağmen  kendi standardıma göre fena değildim. Kimi zaman oyun kurdum, kimi zaman pota altı oyuncusu gibi takıldım, kimi zaman da şutörlük yapıp takımım adına ''kritik sayı''lara imza attım...

   Bayaa oynadık,yorulduk falan... Ders saati yaklaştı, yola koyulduk.O sıra artık çekinmiyordum. Aldım elime ganyan ekini, taktım kulağımın arkasına tükenmez kalemi... Kendimi 40 yıllık ganyancı  gibi hissettim.

   Fakülteye girdik,koridorlarda bazılarının ilgisini çekmiş, yüz ifadelerini hafiften değiştirebilmiştim.Elimdeki ganyanı farkettikten sonra, tam yüzeme doğru bakarken; aniden gözlerini yere indirip yoluna devam edenler olmuştu. Aniden bakışlarını yüzümden çevirmelerin sebebi, benim de onların yüzlerine bakmamdı. Ben de  onları inceliyordum çünkü. Takındığım ifade ise; ''Ne var mına koyim; ne ! Ganyan eki işte! Hiç mi görmedin!? Baban-amcan hiç mi altılı oynamadı !? '' tarzında,son derece özgüven dolu, umursamaz bir ifadeydi. Şu an, bahsettiğim ifadenin tam olarak, nasıl bir şey surat şekli olduğunu ben de kestiremiyorum ama; o zaman öyle bir havam olduğunu hissetmiştim.

   Elimizi, yüzümüzü yıkamak için önce tuvalete, ardından sınıfa çıktık. Boş bulduğumuz iki sandalyeyi kenara çekerek oturduk. Ben oturken elimdeki ganyan ekiyle cop gibi oynuyor,bir elimle tutup diğer elime vuruyor,sınıftakilerin dikkatini çekmeye çalısıyordum fakat sınıftakiler henüz dikkat etmemişti,elimdekine. Kadir haklıydı gerçekten erkek nüfüsüna göre, kıza nüfüsü oldukça fazlaydı. Kadir'e baktım, kızlardan hiçbiryle diyaloğu olmadı.''Ulan bu ne ya! Bilseydim hiç gelmezdim...'' diye iç çekerken, hoca geldi. Ben de hocaya saygızılık olarak algılamasın diye ganyan ekini u hemen arka cebime sıkıştırdım, arkadan üzerimdeki montu üzerine serip toparlandım.

   40-45 yaşlarında, kemik gözlüklu, ince atkılı, montunun önün açık olmasına rağmen atkıyı boynuna dolamış, tam bir ''MSÜ hocası''ydı. Sınafa girer girmez çok uzun bir yolculuk yaptığını, bütün hafta Londra'da oldugunu, havalimanından direkt olarak, buraya geldiğini anlattı. Söylediğine göre bavullarını bile kendi almamış,fırsat bulamamış; bir arkadaşına bu işi halletmesi için rica etmişti. Hoca sınıftakilerin halini,hatrını sorduktan sonra bizden sandelyeleri, öne doğru çekip onun sandalyesi etrafında bir çember oluşturmamızı istedi. Bu arada sordu:'' Evet,ne içiyoruz ?'' herkese çay ya da kahve, hangisini tercih ettiklerini sordu. Hoca ve diğerleri  tahmin ettiğiniz gibi ''kahve'' seçti, bense çay istediğimi belirttim. 50 lira çıkardı. '' Biri gönüllü olsun da, gidip alsın'' dedi. Kadir,hareketlendi: ''Ben alırım'' dedi, sonra benden de ''sen de gel,beraber taşırız'' diyerek gelmemi rica etti, birlikte çıktık.

   Siparişler hazırlandıktan sonra, kasaya parayı ödedik, 16 lira tutmuşu. Kadir'e, ''Hoca her hafta böyle, tüm sınıfa kahve mi alıyo lan?'' diye sordum.''He...''dedi;'' alıyor,valla...'', ben de: '' Helal olsun! Eli açık adammış, 16 lira az para mı lağğn...'' deyip bir süre hocayı övdüm, takdir ettim. Kahveleri, tepsi görevini gören bi karton  kutu üzerinde Kadir aldı, ben de para üstünü aldım.

  Sınıfa vardık, onlar çoktan yerleşip konuşmaya başlamıştı,Kadir kahve dolu bardakları dağıtırken, ben de hocaya parasını vermek için çemberin içine kadar girmiştim.hocaya parasını uzatırken birden, göt cebime sıkıştırdığım ganyan eki yere düştü. Tabii,hoca dahil herkes çemberin ortasındaki ganyan ekine,sonra bana bakmış olmalıydı...''Olmalıydı'' diyorum çünkü  ufak çaplı çemberin içersinde olduğum için, bu mekan beni oldukça germiş,etrafımı çevirmiş kızların hepsinin gözlerinin üzerimde olduğu düşüncesi oldukça utandırmıştı.Bu sefer yüzümde o umursamaz tavırdan eser yoktu. Başımdan aşşağı hafif bi kaynar su dökülmuş gibi oldu,çekingen çekingen,utangaç utangaç sırıtarak hemen yerdeki ganyanı ekini aldım ve cebime koydum tekrar .O an sadece Kadir'e baktım,bakabildim,onda da en az bendeki kadar utangaç bir sırıtma vardı, benim adıma utanmıştı ve bana '' Al, gördün,ebenin sosyal deneyini ! '' der gibi baktı.

   Bütün ders boyunca hiçbir laf etmedim, hiçbir söze girmedim. Önüme; hiçbir göz teması kurmaksızın, sadece önüme baktım.Ben çemberin bir parçası olamadım...


  

Salı, Şubat 28, 2012

Eski Cıktıgım !

  Aslında ben bu tarz şeyleri burada anlatmayan bir adamım; ama dün gece yaşadığım bu olayı, gerçekten anlatma değer buluyorum.Hemen konuya gireyim; olay cumartesi gecesi yaşandı.Canım sıkılmıştı,salona geçim biraz TV izleyiyem dedim.Açtım kanalları,zaplaya zaplaya devam ettim.''TRT-OKUL''a denk geldim,yılların eskitemediği ''Bir Kelime Bir İşlem'' yarışması vardı.Saçı yapıştıma olan sunucu dudağının altında üçgen sakal bırakmıştı bir ufak.Kanalı değiştiremedim,adamın saçlarına kitlenmiştim, acayip duruyordu. Sonra birden, kısa süreliğine stüdyodaki izleycilere döndü kamera.''Ananı !'' diye haykırdım !

  Bi an ''o''nu görmüş gibi oldum.''Yok lan o değildir...'' dedim.Tüylerim diken diken olmuştu.Sonra kamera bi daha döndü izlecelere...''Hassiktir lan ! '' dedim,bu gerçekten oydu; eski çıktığım !

  Üzerinde pempe,bluz gibi bir şey vardı. Tam orta sıralardaydı,kamera ortadaki yarışmayı cekince,o da arka planda,gövdesinin bi kısmı dahi olsa,görünüyordu,Pembe bluzunden seçiyordum,eski çıktığımı.Kamera sıklıkla izleyecilere dönüyordü.''Bi siktir git artık hayatımdan ya! '' diye sitem ettim eski çıktığıma, televizyon ekranındaki silüetine. Daha evvel de başıma ilginç şeyler gelmişti,eski çıktığımla ilgili...

  Mesela; geçenlerde -aşağı yukarı 2-3 ay olmuştur- otobüsten inmeye yakın kapıya yaklaştım,önümedeki kadının kokusu beni cezbetti.Çaktırmadan sürekli kokuyu içime çektim derin derin.''Ulağğn! '' dedim,''Bu kokuyu nerden biliyorum ben,çok tanıdık...''

  Durağa geldik; kadın önden, ben arkasından indim.Kadının peşinde devam ettim,biraz daha kokladım falan. Bi süre sonra; '' Lan, kadın yanlış anlayacak,zaten yaşlı... Sapık falan zannedecek; bi çığlık atacak, linç edecekler beni burada,bin yılın dayağını yicem...'' dedim ve kadının peşini bıraktım. Yolda yüyürken çok düşündüm o kokuyu, sonra farkettim ve o zaman da; '' Hassiktir !'' dedim; Bu onun kokusuydu ! Eski çıktığımın kokusu...

  O kokuya hastaydım ben,bi keresinde gömleğimi onda unutmuştum,o da benim gömleğimi giymiş gece yatarken, o süre içersinde.Sonra; onun kokusu sinmiş bir halde gömleği geri almıştım.O gömleği bi ay boyunca yıkatmadım,giymedim, - ki; o gömleği çok sever, sıklıkla giyerdim dostlarım- sonra; annem benden habersiz atmış makineye yıkamış,durumu görünce sebebini söylemeden azarlamıştım onu ''Ya temizdi o, giyecektim ben! '' diye.

  Demek ki kadın da,onla aynı parfümü kullanıyordu.'' 'Ulan,acaba 'parfümünüzün adı nedir? ' diye sorsa mıydım? Yok lan kesin terslerdi, o teyze.'' diye söylendim kendi kendime.Ardından eve geldim kafamı dağıtmak için internette dolaştım; büyük üstad ''Umut Sarıkaya'' nın karikatürlerine bakıyordum ki...Şöyle bir şeye denk geldim:



  Evet,eski çıktığımın adı buydu: Cansu.Ben daha da afalladım.'' Hay sikicem ama! Bu ne ya!!! '' diye veryansın ettim,böylesine tesadüfe.

  Sonra, bi keresinde de su içecektim,gittim damacandan aldım suyu.İçerken gözüm damacanaya takıldı. Bir de ne göreyim! Damacanın üzerinde '' CAN'SU' '' yazıyor.Su boğazımda kaldı,bardaktaki kalan suyun çoğunu yere döktüm,öksürmekten.Hemen gittim anneme :''Bu ne ya ! Sen suyu mu değiştirdin!? '' dedim.''Evet, '' dedi; ''bu daha ucuz''. Azarladım annemi; ''Bu ne biçim su ya ! '' dedim,bardağımdaki suyu gösterek. ''Adam gibi su al. Eskisi iyiydi,bozma. Bi dahakine onu al, yine'' diye ekledim.Yine ucuz-mucuz falan muhabbetlerine girdi,sinirlendim: '' Ben eskisi alınacak diyosam;eskisi alınacak lan! '' diye bağırarak,elimdeki bardağı masaya vurdum. Annem çok ürktü,bi süre laf etmedi; ardından '' Babana söylicem seni...'' diye tehdit etti beni.'' Kralına söyle ! '' dedim.Sonra özür dileyip gönlünü aldım tabii,  kadın anam'ın.Bir daha CAN'SU' alınmadı eve...

  İşte bu sefer de, TVde,önümde duruyordu eski çıktığım...Şaşkınlıkla izledim onu,somurtuyor gibiydi.Sağında da bir arkadaşı vardı,arada ona dönüp kısa kısa bi şeyler söylüyordu.Hala,gözlük kullanıyordu,eski çıktığım.Halbuki; 50 defa lens kullansa daha iyi olacığını söylemiştim.Çünkü gözlüğü, gözlük değil;büyüteçti mübarek! Eminim ki; güneş altında kağıda tutsam o gözlüğü; kısa süre içersinde tutuştururdu.

  Sonra sunucu,sıranın; artık stüdyodaki izleyecilerinde cevap verebileceği sorulara geldiğini söyledi ve ellerindeki,onlara dağıtalan kağıtları havaya kaldırmalarını istedi. Stüdyo, bi süre mala bağladı,ardından bi-iki grup ellerindeki sıra numaralarını kaldırdı.Eski çıktığım,sağına solua baktı; onlar numaraları kaldırınca o da numarasını kaldırdı.Sunucu,numara değil de ellerindeki kağıdı kastettiğini anlattı,ve kısa gülüşmeler yaşandı.Eski çıktığım da ufak ufak,çekingen gibi sırıttı...

  Hemen ben de içeriden,kağıt-kalem aldım bi koşu.Ben de kendimi sınayacak; eski çıktığımınkiyle mukayese edecektim zekamı...

  İlk soru işlem sorusuydu.Sayılar geldi,not ettim -size yalan söylemiyorum dostlarım, belki de bana inanmayacaksınız; olsun.Sizi inandırmak için,kaba insanların ağzına yakışır tabirlerden biri olsan: ''yalancıyı, dilenci siksin'' diyecek değilim...- fakat yazdığım notlara bakmadan,kağıt üzerinde işlem yapmadan, sadece ekrana bakarak; yaklaşık 2-2.5 sn içersinde içersinde tam sonucu buldum.Yarışmacılardan biri de butona bastı ve tam sonucu yaptırdı.Sunucu izleyicelere döndü ve sordu: '' Tam sonuç bulan var mı ?''

  Eski çıktığımda herhangi bi tepki yoktu,yapamamıştı.Bi- iki kişi el kaldırdı,biri seçildi.fakat yanlış yaptı,verilen bir sayıyı 2 kere kullandı.Sonra kelime sorusu sordu,ben pek bir şey bulmadım.Halbuki; '' Ü D A R I L E T '' harfleri içinden '' 'A'DALET '' kelimesi, rahatlıkla bulnabilirdi.Bense; ''DAR'A' ''yı bulabilmiştim ancak... Sonraki 2 İşlem sorusunu da 1 yaklışıklı olarak buldum.Hatta birinde de,yine tam sonuç bulmam işten bile değilmiş,çok ufak bir şeyi görememişim.Eski çıktığım o işlem sorularında da bir şey yapmamıştı.

  İlkinden ayrı,3 tane daha kelime sorusu sorulmuştu. Bu kelime sorularından birinde ,yine izleyecilere soruldu; ''8 harf? 7 harf ? ...'' Sunucu, bu soruları yöneltirken, eski çıktığımın da aralarında bulunduğu bi kaç kişi,hala önündeki notları bakıp,sonuç arıyordu.Tabii cevabı doğru olanlara hediye veriyolardı. Verdikleri de kol saati ! Gerçekten kol saati veriyolarmış lan, ''Tebrikler ! Bizden çok güzel bir 'kol saati' kazandı, arkadaşımız'' diyordu,saçı yapıştıma sunucu. Resmen taşşak geçiyolar gibiydi. Arada sürekli alkışlama talimatı veriyordu,saçı yapıştıma sunucu.Gerçekten herkesi maymun etmiş gibiydi.''Evet, alkışlıyoruz ... '' dedikçe herkes gibi eski çıktığımda, ellerini birbirine vuruyordu çok çoşkulu bir biçimde...

  Eski çıktığımın bu süre içersinde dahi hırsla cevap araması beni çok etkiledi.Zaman onu nasıl bir insan yapmıştı? Bu ne hırs? Tanrım! Gerçekten de o kol saatini istiyordu...

  ''Ulan,bana söyleseydi; ben ona alırdım zamanında bi kol saati.Nedir yani?.. Böyle maymun olmaya,taşak oğlanı olmaya ne gerek var be, eski çıktığım! '' diye söylendim. Bu durum,sunucunun da dikkatini çekti,sırıtarak -ki; zaten her daim sırıtıyordu,saçı yapıştırma sunucu-, juriye:

  ''Ben sorarken hala, harıl harıl notlarını inceleyen arkadaşlar vardı;gördünüz değil mi? İşte bu program, izleyini böyle hırslandıran,böyle heycan dolu bir program'' diyerek durumu izleycilerin maymunluğuna değil de; programın süpersonikliğne bağlamıştı.

  Diğer kelime sorusunda ise yine bi şeyler bulmamıştım,en fazla 4-5 harflik kelimeler çıkarabilmiştim.Lakin eski çıktığım da herhangi bir şey bulmamıştı.Tüm yarışma boyunca numarsını bi' kere dahi kaldıramadı.Anca kaldıranlara baktı garibim,melul melul... İşlem sorularındaki başarım sebebiyle, eski çıktığımdan önde tamamlamıştım yarışmayı,keyiflendim...

  Yarışma sona erdi.Saçı yapıştırma sunucu veda etti,kamera son kez izleyenler döndü,son kez baktım eski çıktığıma... Ellerine birbirine vuruşunu son kez gördüm...''Acaba sonra neler olmuştur orda? '' diye düşündüm.Acaba, şen gibi, heycanlı gibi, çarkıfelekteki teyzeler gibi programdan sonra yetkili gördüğü birene: ''Ne zaman yayınlancak buuğğ ? '' diye sormuş mudur,benim eski çıktığım?..

  Acaba sağa sola telefon etmiş midir? Anasına-babasına program çekildikten hemen sonra haber vermiş midir,tezcanlı gibi?.. Kafamda annesiyle yaptığı bir konuşma kurdum''Acaba şöyle bi konuşma yaşamış mıdır, benim eski çıktığım?.. '' dedim.Konuşma şuydu:

 - Alo! Anne...Ben televizyona çıkıcam.(sırıtarak)
 - ...
 -Bir Kelime Bir İşlem var ya... O işte.Arkdaşımla gittik, kol saati falan veriyolardı,bilenlere... (Sırıtmaya devam ediyor)
 - ...
 - Yok ya ben bi şey kazanamadım.(Sırıtmadan)
 - ...
 - TRT-OKUL'da çıkacakmış; şu şu günde, şu şu saatte...
 - ...
 - TRT1 değil ya! TRT-OKUL, TRT-OKUL!
 - ...
 - Ya sen Selin'e (Kız kardeşi) söyle, o bulur...

  ...

  Tüm gece bu olayı düşündüm.''Ulağn,''dedim ''olaya bak ya...''; tabii sürekli sırıttıyordum.Sonra; aklıma o, ''sunucunun sormasına rağmen,hala notlarıyla uğraştığı sahne'' geldi yine, iyice gülmeye başladım: '' 'Ah be' diyorum,eski çıktığım... Ah be...'' dedim

Pazar, Şubat 26, 2012

Tutku

 Tutku,üniversiteye henüz başlamış bir gençti. İsmi sebebiyle çok dikkat çekiyordu,Tutku. Diğer insanları ona çeken bir şey vardı. Tutku adında biri asosyal olamazdı...Tutku adında birinin sosyal statüsü,çevresi, ailesi toplumun ''yüksek'' denilen kesmini oluşturmalıydı,Tutku adında biri ''TKP Solcusu'''ya da en azından CHP'ye oy veren bir ''Sosyal Demokrat'' olmalıydı,Tutku adında biri mutlaka alternatif müzik dinlemeli, felsefeyle -az ya da çok- ilgilenmeliydi, Tutku adında biri tam bir romantik komedi hayranı olmalıydı ve bunun gibi bir sürü şey...

 İşte,diğer öğrencileri ona çeken şey, Tutku'nun ismi üzerinden yaptıkları bu varsayımlar olmuştu.Okulun ilk haftaları,öğrencilerin henüz yeni yeni tanışmaya,kaynaşmaya başladıkları zaman, kısa süre içersinde bir sınıf arkadaşı oldukça yakınlaşmışlardı.Tahmin ettiğiniz gibi, bir kız olan bu arkadaş, Tutku'ya özel bir ilgi gösteriyor;ona karşı oldukça samimi davranıyordu.Tutku da bu ilgiden memnundu; aralarındaki muhabebet hızlıca bir birlikteliğe dogru yol alıyor gibiydi (En azından Tutku,böyle olduğunu düşünüyordu...).

 İlerleyen günlerde ikili, muhabbeti daha da ilerletmiş,birlikte gezip tozmaya başlamışlardı.Yine böyle gezidikleri bir akşam,Genç kız dönüşte kendisine eşlik eden Tutku'yu, babasının yurtlarda sürünmesin, rahat rahat yaşasın,ders çalışabilsin diye tuttuğu eve davet etti. Daveti memnuniyetle kabul eden Tutku yaşanacak muhtemel şeyleri düşündü; oldukça heycanlandı...

 İkili salona geçmiş, dizüstü makineden müzik açmış; sohbet ediyordu.Derken, genç kız makineye yönelip sordu:

 ''Sahi ya, senin 'kullanıcı adı' ne? Söylesene follow edeyim'',twitter hesabını açtı.

 ''Twitter hesabım yok,facebook'tan ekle istersen...'' dedi,Tutku.

 Genç kız biraz şaşırdı.Kendisinin de, facebook hesabını dondurduğunu, artık kullanmadığını belirtti.

 O an Tutku'nun kafasında bir şimşek çaktı,avuçları terlemeye başladı. Daha fazla dayanamadı...

 Birden pantolonun kemerini sökmeye başladı,Tutku. Bu sefer genç kız oldukça şaşırdı; fakat bu şiddetli şaşkınlık ifadesi üzün sürmedi,yüzü kızardı.Ardından sırıtı:

 ''Bu kadar hızlı...'' derken, gözü Tutku'nun paçalı donuna ve baklava desenli çoraplarına takıldı... Daha da şaşırdı!

 ''Sen bana değil; benim ismime tav olmuş olabilirsin...''dedi,Tutku.

 Genç kız araya girdi,aynı şaşkın ifadeyle sordu:

 ''Anlamadım? ''

 '' Bak kızım,benle ilgili bilmen gerekenler var...''

 Aniden donunu sıyırıp kalçasını gösterdi; '' Misal; götü oldukça kıllı bir insanım ben...''

 Ancak, ''İstenmeyen tüyleri aldırabilirsin, artık çok kolay...'' diyebildi genç kız,şaşkınlıktan

 Çok seri bi şekilde üstündekini de attı,Tutku. Omuzlarındaki kılları  göstererek; ''Ya, sen buna tüy mü diyorsun ! '' diye söylendi.

 Şaşkılınkta bambaşka bir boyuta ulaşmıştı,genç kız. Tutku,pantolonundaki cüzdanı alıp cüzdanın gözündeki fotoğraflardan  birini çıkardı.

 '' Bak, bu eniştem'' dedi, arkaplanı kırmız; üzerinde badem bıyıklı, esmer, üstten açılmış başını yandaki saçlarıyla örten bir adamın bulunduğu vesikalığı göstererek.

 '' Evet! Ben, eniştesinin dahi vesikalığını cüzdanında taşıyan bir adamım. Eniştemi çok severim...Kendisi orta 2 de okumayı bırakmış; ama memleket meseleleri hakkında çok bilgili,muhabbeti süper bir insandır.Ayrıca çok komik, neşeli bir adam.Hele facebook'ta paylaştığı videolar yok mu... Film gibi adam yav ! '' dedi,cümlenin sonu doğru gülerek.

 Sonra, hemen eski ciddiyetine geri döndü Tutku, ekledi: '' İşte, ben buyum...''

 Üzerinde ''fanila'',altında ''paçalı don'' ve ayağında ''baklava desen çorap''la kalmış; omuzları kıllı,yarı götü açıktaki ''Tutku''ya baktı, genç kız:

 ''Ya kusura bakma,Tutku.Ben senin ismine tav olmuşum;böyle çok sıradışı,çok süper,çok hoş gibi duruyordu.Ama senin bir Osman'dan,bir Fevzi'den,bir Şevket'ten farkın yokmuş...''

 ''Ben de öyle düşünmüştüm'' dedi Tutku; '' Ben de aynen öyle düşünmüştüm. Sen, beni 'duygusal gibi,şerefsiz gibi' kısacası yavşak gibi biri zannettin 'modern gibi' kız,Rihanna saçlı kız... Hadi eyvallah ! ''. Üstünü, başını giyindi ve gitti...

Perşembe, Şubat 23, 2012

''Yasanmıslıklar...'' - Fırın

Sabah,marketten çıktıktan sonra fırına uğradım.Kapıdan,içeri bir adım atmıştım, henüz tam içeride değildim. Baktım,kasanın önünde bi kalabalık; '' Heralde ekmeğin çıkmasını bekliyorlar'' diye düşündüm.

'' Ekmek var mı ? '' diye sordum.

'' Tabii var,fırın burası abicim...'' diye,sesinde alaylı bi tonla,sıratarak cevap verdi kasadaki eleman.

'' Fırın olduğunu görüyoruz koçum! Ama sen öndeki kalabalığı görmüyorsun galiba.Ben öndeki kalabalığı görünce 'heralde henüz çıkmadı ekmek' diye düşündüm.Tabii senin gibi, hayatta muhtemelen yapabildiği tek ve en büyük iş, babasının ya da amcasının, ya da hangi akrabasıysa artık, onun fırınında kasiyerlik yapmak olan biri bunu bile düşünemeyebilir.Her neyse... Sen bana 2 ekmek versene gülüm '' diye,herifin benden yaşça daha büyük olmasına rağmen, babacan bir tavırla,söylendim.

Eleman çok şaşırdı, öndeki sıraya rağmen bir şey söyleyemeden 2 ekmeği poşete koydu.Aldım ekmekleri,verdim parasını; çok soğukkanlı bir halde fırından çıktım.

Yok lağğn böyle olmadı... Bu böyle sırıtınca, ben de aptal aptal,geri sırıttım: '' Abi, 2 ekmek alacaktım ben'' dedim.'' Sıra var '' dedi...

Salı, Şubat 14, 2012

Bir Kadın ve Bir Adam - Kol Saati


  Sevgililer Günü... Aynı zaman da ''Hasan'' adlı birlikteliklerinin de yıl dönümüydü,bugün. Acısıyla, tatlısıyla koca bir yıl geçmişti.Lakin, bu tarih yaklaşmaya başladığında aralarında bi soğukluk oluşmuştu.Tuhaf davranıyordu adam,gerçekten tuhaf... Kadın konuşmaya çekiniyordu;ama aralarındaki bu soğukluğun, bugün ortadan kalkacağına dair; umut doluydu.

   Akşam, evde hazırladığı muhteşem sofraya son kez göz attı,kadın.Her şey mükemmeldi.Kapı çaldı, gelen oydu. Yanak yanağa,öpüştükten sonra,salona geçtiler.Adam,hazırlanan sofraya bir göz attı ve hiç ses etmeden koltuğa oturdu.Kadın bozuntuya vermedi, yanına geçti.Hazırladığı kartı adama verdi.''Seni seviyorum'' diye de ekledi.Adam,özen gösterilerek süslenmiş karta şöyle bir baktı,kenara koydu.Teşekkür edip elini sıktı:

   ''Sağol, o kadar düşünmüşsün,sofra falan da kurmuşsun. Allah razı olsun. Da... Ben dışarda yediydim ya,söylemesi ayıp, kokoreç yedik arkadaşalarla.''

   Kadın soğukkanlığını koruyarak:

  ''Keşke haber verseydin.Neyse,en azından bi' şeyler içip konuşuruz. Sofraya geçelim mi?''

  ''Bu akşam,'' dedi adam ''... maç var. Beşiktaş'ın maçı.Aslında dışarda izleyecektim de,hava soğuk.''

   Kadının yüzü asıldı:

  ''Bak!'' dedi, ''Bir sıkıntın var,belli... Ama n'olursun konuş benimle,anlat bana lütfen.''

  Adam,başını eline götürdü; alaylı bir ses tonuyla:

  ''Beşiktaş...'' dedi; '' Kötü gidiyor, çok kötü.... ''

  Kadının gözleri dolu dolu oldu.sitemkar bir tonla sesini yükseltti.

  ''En başından beri seni anlayamadım,ama şimdi daha da farklısın,çok kırıcısın.Evvelden söyleyemesen,benim kadar sıcak davranmasan da; beni sevdiğini hissederdim,bilirdim,en azından onu anlardım. Ama şimdi hiçbir şeyi anlayamıyorum. Ben seni seviyorum, ben senin için çok çabalıyorum.Sense hiçbir şeyi umursamıyorsun,hiç değer vermiyorsun şu sıralar. Şaşalı hediyeler istemiyorum;ama en azından beni düşündüğünü hissetirecek bi şeyler yapabilir,ufak bir hediye alabilirdin! Artık beni sevmiyor...''

   Derken, adam sinirle sözünü kesti.'' Aldım ! '' diye kükredi,''Kol Saati aldım! Bak!'', sol eliyle,sağ kolunu tutup kadına dogru kaldırmıştı.


  
  Kadın hıçkırıklara boğuldu.Adam anahtarlarını aldı ve bir şey demeden çıktı.Kadın ağlayarak; pencere başında, peşinden baktı.Adam arabaya bindi,kadın daha da ağladı...Lakin elinde ufak bir paketle geri çıktı,yine eve döndü. Kadın şaşkındı.Göz yaşlarını sildi,uzatılan poşetin,içindeki paketi çıkardı, açtı... O narin bileğine layık bir kol saatiydi bu!  Altındaki kartı işaret etti adam,Kadın karta baktı:

  ''Kol saati dediysem; kol saatidir... Ayrıca seni o kadar üzgün görmeseydim,bu kadar sevinç dolu da göremezdim. Sevgililer Günü'ne sokayım,yıl dönümüne bir şey olmasın.Nice birlikte yıllara...''

  Kadın,sevinç dolu gözlerle adama baktı; gülüştüler,sıkıca sarıldılar birbirlerine. Birlikte Beşiktaş'ın maçını izlediler...

Çarşamba, Şubat 01, 2012

Rüya Gibi Takım - Barcelona (2.Kısım)

 Hikayenin ilk kısmı için: http://ortasekerlikahve.blogspot.com/2012/01/ruya-gibi-takm-barcelona-1ksm.html


  Böyle bağırınca bu,  öndekiler bize baktı meraklı gözlerle.Xavi,kızgın bir şekilde: ''  Yok bi şey,devam edin...'' diyerek tersledi bunları.İniesta bakmaya devam etti, '' Dön önüne,sikerim! '' diye çıkıştı buna Xavi.Bunun üzerine de, İniesta: ''Kimi sikiyon lan sen! Tavuk mu sikiyon! Ulan! yaşı var dedik,abimizdir dedik; laf etmedik, buraya kadar geldi lan!'' diye bağırdı. Bunu duyan Xavi, hışımla çullandı İniesta'nın üzerine.Ayırdık bunları.Ben Xavi'yi tutup geri çektim,Bağrışmaya,küfürleşmeye devam ediyorlardı,kulağına yaklaştım: ''Şimdi yeri değil,sakin ol abi...''dedim,''Dışarda beraber sikeriz biz bunun belasını,hoca bakıyor şimdi...'' diye sanki lisedeymişiz gibi uyardım onu.''Sikerim Hoca'yı da, Onu da ! '' diyerek bir liseli gibi bağırmaya devam etti.Sonra sakinleşti; ama iş işten  geçmiş, Guardiola tüm söylenenleri duymuştu.Kovdu bunu idmandan,uzaklaştırdı. Bize, ''Siz serbest top çalışması yapın çocuklar,ben gelicem şimdi'' diyerek o da sanki bir lise hocasıymış gibi Xavi'nin peşinden gitti...

 Ortam gergindi, Messi birden ortamı neşelendirmek için elinde topla çıkageldi: ''Toplanın beyler! Sıçan Oynuyoruz ! ''. Hepimiz toplandık ortaya,Messi aniden; '' En son oturan ! '' diye bağırdı ve eş zamanlı  olarak oturdu.Ben daha eğilmeye fırsat bulamamışken herkes yerdeydi.Ben sap gibi,göt gibi,adeta dul bir kadın gibi kalmıştım ortada. Adamlar gerçekten de bir bütündü.Eeee boşuna dünyanın en iyi takımı değillerdi, hepsi gerçekten tek vücüt gibiydi.Lakin çok kararlıydım,oyun başlar başlamaz,bunaltıcı bir pres uygulayacak,topu hemen kapıcaktım. Oyuna başlamak üzereydik,kendimden emin bir şekilde ayağımı sallıyor,başlamalarnı bekliyordum; lakin hesap etmediğim bir şey vardı.İçinde bulunduğum grup dünyanın en iyi pas yapanlarıydı...Bu ibnelere top dayanmazdı,topu birbirlerine vura vura eskitirlerdi bir gün içinde. Ama kararlıydım, o topu mutlaka kapacaktım! Topu elinde tutan Messi'nin karşısna geçtim,''Hadi başlayım ! '' dedim.Elindeki topu bıraktı.Hemen koştum üzerine. Yere düşer düşmez, topu sağa attı; çok yakındım, hemen hamle yaptım ve müdahale ettim topa, sonra da kontrol ettim sevinçle.''Hop!'' dedi gülerek; ''İlk top serbest...''.Etraftakiler de güldü benim bu tezcanlı halime.''Daha dur,çok taşak geçicez senle'' gülüşüydü bu...

  Aradan bayaa bi zaman geçmişti,it gibi basmaya devam ediyor;lakin topu bir türlü alamıyordum.Deli
olmuştum.Yediğim çalımların, beşliklerin, fake'lerin haddi hesabı yoktu; ama hala müptela gibi koşuyordum topun peşinde.Utancımdan gözlerim dolmuştu,çok sinirlenmiştim.Dokunsalar ağlardım; ama  belli etmiyordum heralde, çünkü koşmaktan her tarafım kızarmış,terlemiş olmalıydı.
Ben böyle artık tam göz yaşlarıma hakim olamaycakken birden ''o'' geldi imdadıma, yanındaki Guardiola ile birlikte...

  İsmail Güldüren'di bu ! Evet, oydu... Bi dakka lan ! Şaka-maka bu İsmail Güldüren'di...Hemen unuttum sıçanı falan'' Ulağğn'' dedim içimden,'' Ne işi var bunun Barça'da ??? ''. O an kendimin değil de,İsmail Güldürenin orda olmasını yadsıdım dostlarım,rüyanın etkisi işte...Neyse, tanışma faslını geçtik.O sonradan geldiği için,otomatik olarak o geçecekti ortaya,ben kurtulmuştum, önemli olan da buydu benim için.İsmail Güldüren'i bilmeyen dostlar için anlatayım: ''Kesici defans''dendi mi; akla gelen sayılı kişilerdendir İsmail...Belki de en kesicisi o'dur. Kesici derken,bu adam şaka-maka keser yani... ne demek istediğimi daha açık anlatayım;İsmail, kasaplıkla futbol'u birbiriyle harmanlamış bir sanatçıdır.Evet,evet onun yaptığına ancak sanat denilebilir... R.Madrid'li Pepe falan, İsmail'in yanında melek kalır.Bugün bir Messi, bir C.Ronaldo futbol oynayabiliyorsa bunda, daha evvelden İsmail'le karşılaşmamış olmaları da çok önemli bir etkendir. Ama Messi içini ferah tutabilirdi artık, ne de olsa takım arkadaşı olmuştu İsmail.İşte şimdi Madrid düşünsündü !

   İsmail geçti ortaya, tabii o da deli oldu.Her çalımda ben de coşturdum ortamı... Atılan çalımlara; kah '' Ooooowww!'', kah ''Obaaaa!'' , kah da ''Olleeeey! ''diyerek kendimden geçtim.Ama çabuk sıkıldım; çünkü top,daha ayağıma değmemişti. ''Şahsi oynamayalım beyler ! '' diye uyardım diğerlerini,el kaldırdıp topu istedim.Top Messi'deydi, önce bana atarmış gibi yaptı; sonra Puyol'e yolladı.İsmail fake'i yemedi,topu da kapamamıştı gerçi; ama topu alan Puyol'u fena sıkıştırmıştı. Puyol o baskı altın topu bana dogru yollamaya çalıştı.Gerçekten zayıf bir pastı bu. Takıma kendimi ispat etmeliydim,nolursa olsun o topu almalı,Puyol'u kurtarmalıydım... Top hafif havalandıktan sonra orta bi yere düştü;yavaş yavaş bana geliyordu.Topa dogru koşuyordum; lakin İsmail de topa dogru var gücüyle koşuyordu...

   O an rüzgar esmiyor, ses işitilmiyordu; hatta her yer kararmıştı. Simsiyah bir sahnede sadece 3'ümüz vardı: ben, İsmail ve aramızdaki top. Zaman ağır ağır işliyordu.İkimizde, aşağı yukarı aynı anda topa ulaşmıştık;lakin ben bir adım öndeydim.İsmail topa dogru ayağını uzatarak kaydı.Ben de  ustaca bir bilek hareketi ile topu sağa çektip topu kurtarmıştım. Top geçmişti; lakin adam da geçebilecek miydi?..  Topun geçtiğini gören İsmail, ayağını sol kaval kemiğime doğru kaldırdı ki... Tam o anda korkuyla uyandım.

  İşte dostlarım olay bu.Hayır gerçekten anlayamıyordum, sabaha kadar  düşünüp durdum: ''Ben o kadar çalımı yiyecek adam mıydım laağn ?! '' dedim kendime, gözlerimi kısarak...  
                                                                                                                             Fin.
                                                                                    
                                                               
                                                     

Salı, Ocak 31, 2012

Rüya Gibi Takım - Barcelona (1.Kısım)

  Saat sabahın 4'üydü, mutfakta oturyor, elimde su dolu bardak; pencereden dışarıda, ince ince  yağan karı izliyordum.Yarım saattir, gördüğüm rüyayı düşünüyor,uyuyamıyordum.İnsanın her zaman göreceği cinsten bir rüya değildi bu.Hem rüyada oldukça mantıksız bir şey vardı.Kafamı kurcalayan,beni böyle uyutmayan da oydu...En iyisi size en başından anlatayım rüyayı dostlarım.

  Bir şekilde,birden Barcelona idmanında buldum kendimi,takıma yeni katılmıştım.Oldukça sıcak bir atmosfer vardı, oyuncular birbirlerine bir şeyler anlatıp gülüyor,şakalaşıyorlardı. Hocamız, Pep Guardiola  takımı ortaya çağırıp topladı ve beni takımla tanıştırdı.Hemen kaynaştım yeni takım arkadaşlarıma,sağolsunlar çok ilgilendiler benle,en çok da kaptanlarımızdan Xavi.Takımdaki arkadaşlıktan bahsetti,herkesin birlikte, idmanlar dışında da oldukça fazla vakit geçirdiğini,buradaki herkesin gerçekten bir aile gibi olduğunu,birbirlerine gönülden bağlı olduklarını anlatı.Sonra çubuk kırma hikayesini anlatmaya başladı,durdurdum onu, dedim ki:
 

 ''Abi biliyorum ben onu ya,çubukları tek başlarını kıramıyolar falan... Hepsi birer tanesini kırıyor,böylece birlikte bütün çubukları kırmış oluyolar.Halbuki ne kadar salakça hepsini bir kişi sırayla kırsa da olur...''
 
  Güldük,hemen samimiyeti kurmuştuk.''İşte'' dedi,''Dünyadaki en iyi takım olmamızı da bu birlik ve beraberliğe borçluyuz''.Başımı sallayarak  onayladım onu.Ardından,Genç hocamız Guardiola,ısınmamız için saha çevresinde tempo tutarak koşmamız talimatını verdi,başladık koşmaya...

  Önde Messiyle İniesta koşuyordu,arkalarında Alves,Puyol ve birkaç kişi daha vardı,onların ardında da Xaviyle ben yan yana koşuyorduk.Herkes birbiriyle çaktırmadan muhabbet ediyordu.Hoca uzaktan, '' Ağzınız değil,ayaklarınız çalışsın beyleer! '' diye bağırıp bizi uyarıyordu.Ama biz gizlice konuşmaya devam ediyorduk.Dalağım şişti,kenara çıktım,''bağcıklarım çözüldü'' hesabı eğildim,biraz fazlaca vakit geçirmiş olmuşum ki Guardiola uzaktan ''Ne oldu ?'' diye seslendi bana,'' Önemli bir şey yok'' anlamında elimi kaldırdım,bi süre daha kramponlarla uğraşıyor gözüktüm.Sonra külübeye gittim,hocaya ''bunlar ayaklarımı sıktı ya,bi numara büyüğü yok muydu?'' diye sordum.Hoca,malzemeciye talimat verdi,yeni kramponlar geldi.Giydim kramponları,koşuya devam ettim.
 
  Birkaç tur kaytarmış,iyice dinlenmiştim.Yalnız kramponlar büyük gelmişti, ayağımdan çıkacak gibi oluyordu sürekli.Ben de ayaklarımı fazla kaldırmıyor, yere sürüye süreye koşuyordum.Xavi,beni böyle görünce ne olduğunu sordu,''Yok bi şey'' dedim,meraklı gözlerle ayaklarımı bakmaya çalışırken; konuyu değiştirmek için aniden  ''Ya Abi...'' dedim, ''Herkes Messi'yi konuşuyor da; bence en iyi sen oynuyorsun.Yani tamam, 'Xavi de iyi oyuncu' diyorlar ama 'Xavi de...' diyorlar işte,'Messi de' demiyorlar mesela...Çok pis hakkını yiyorlar senin'' dedim.''Sağolasın,ama...'' dedi,''Biz bir takımız.Takım olarak çok iyiyiz,önemli olan da bu.Ayrıca Messi gerçekten çok özel bir oyuncu... ''dedi.'' Ya abi bırak allasen!'' dedim,''Görüyoruz milli takımında özel oyuncuyu...'' dedim,yüzümü buruşturak.''Messi senin verdiğin pasları verebilir mi be abi! Anca topu sürsün it gibi koşarak...Onu eskiden İbrahim Üzülmez de yapıyodu be! '' dedim.''O kim?'' dedi.''Siktir et ya,tanımazsın'' dedim,ardından ekledim:'' Ya İniesta'ya ne demeli... Adam, bildiğin seni taklit ediyo ya; hiç bi özgünlüğü yok oyun stilinde. '' dedim,''Sana yancı olmaya çalısıyor.'Xavi' olmasın, hep 'Xavi ve İniesta' olsun istiyor.Karaktersiz ibne! '' dedim. ''Haklısın lağğn...'' dedi gözlerini kısarak.Halihazırda varolan bir durumu, yeni kavrayan insanlara özgü bir göz kısmaydı bu.

  ''Ben olmasam bi bok olmaz bu takımdan! Bendeki  liderlik özellliklerinin yarısı Messi de var mı? Yok!.. İneasta  piçi de ne biliyosa benden öğrendi... Haksız mıyım ? '' dedi.''Haklısın tabii,elbette haklısın büyük komutan! Barça'nın bir komutanı var; o da sensin,ortasaha senden sorulur!'' diye coşkuyla onayladım bunu, iyice gaza geldi inek: ''Geçen kulağıma da geldi,bu ibneler benim için 'Artık yaşlandı yaa,gençlerin önünü açması lazım' gibisinden laflar ediyolarmış...Şerefsizlerin bütün hepsi kıskanıyor beni'' dedi.Devam etti:'' Beni böyle böyle göndermeye çalışıyolar,'yaşlandı' diyerek...'' ve kükredi: ''Ben kimseyi ekmeğimle oynatmam lan ! ''


                                                                                                                              To Be Continued...

Perşembe, Ocak 26, 2012

''sa kardesim ilişki durumumu begenirmisin??''

Aynen bunları yazdı; çocukken samimi olduğum,şu an ise yüzünü dahi çok az, bakkala falan giderken gördüğüm; görsem de bazen selamlaşıp bazen selamlaşmadığımız, mahalleden bi eleman Facebook1'ta.. Afalladım,şapşallaştım, ne yapacağımı bilemedim.
  Oysa ki güne güzel başlamıştım, altının düştüğünü,TL2 ' nin biraz daha değer kazanacağını haber etmişti cnbc-e3 sabah.niye sevindim ben de bilmiyorum, altın mı alacaktım? Hayır. TL'ye yatırımım mı var ? Hayır. Ama ülke parasıydı işte, olaya duygusal yaklaşıyordum. ''Düşşün mına koyim, düşsün... Altın4 da düşsün ,Dolar5 da düşsün... TL kazansın...'' diye söylendim.Validem beni uyandırmaya kıyamamış, ben kalkmadan markete gitmiş; ekmek vesaire şeyleri almış,kahvaltıyı çoktaan hazır etmişti. Beni çağırdı,gittim yedim,karnımı doyurdum.her şey iyiydi yani.Bilgisyarı açtım, Dortmund'la6, Bayern'e7 tam 3 tane döşedik FM8'de. Facebook'a girdim,bir-iki ''komik video9'' izledim. Hani o ekrana bakıp pür dikkat bir şey izlerken, birden yüksek sesle ekrana çıkan ürkütücü resmin etkisiyle korkan,şoka giren, ekran vuran insanların olduğu videolardandı izlediklerim. Ardından, o Facebook'un kendine özgü uyarı sesiyle irkildim.Sohbet penceresini açtığımda ise; bahsettiğim bu kokunç manzarayla karşı karşıya kaldım...

   Karşı kaşıya kaldığım bu pozisyonda, o korkunç manzara beni hazırlıksız yakaladı.o an gerçekten kanım dondu sevgili dostlarım, az kalsın korkudan, ekranı tekmeleyecektim ben de,  az evvel bahsettiğim o görüntülerdeki adamlar gibi. Kendimi kontrpiyede kalan kaleci gibi hissettim, yaşama isteğim kayboldu. Cevap vermesem bu eski sarkadaşıma, en azından hatıralarına karşı bir ayıp işleyecektim.Lakin cevap vermeye kalksam da, ne diyebilirdim ki; böylesine korkunç, rezil, midesiz bir duruma? İşte, ben böylesine akıl kemiren bir ikilem içersinde, son derece kararsız bir haldeyken ,ikinci mesaj geldi:''ordamısın??''. Offf tanrım, yine ''mısın''ı ayırmamıştı: demek ki ilk mesajda da kullandığı soru ekinin ayrı olması gerektiğini gerçekten bilmiyordu. Ruhum öylesine ağır işkencelere maruz kalıyordu ki; bunları ancak 19. yy Rus edebiyatçıları tasvir edebilirdi. Bu psikolojik sancılarım o kadar şiddetliydi ki; bedenime de etki etmesi uzun sürmedi.Kızarmaya, nefes alamamaya başladım,Tanrım gerçekten de boguluyordum!

  Neyse ki; aklıma birden bu durumdan nasıl kurtulacağım geldi. Size yemin ederim ki; tam bayılacakken, can havliyle: '' Erim yok, ben abisiyim sonra konusursunuz'' yazdım ve hemen ardından makinenin fişini çektim! Ardından ter içinde sandalyeye yığıldım,hemen anneme kolonya getirmesini ve odamdaki pencereyi açmasını rica ettim.Validem benimle ilgilendi, ana yüreğinin verdiği o aşırı telaş ve yüksek ve endişeli sesle, bana n'oldugunu sordu. Tabii onlara tüm bu olanları anlatmadım. Biraz başımın döndüğünü, aşırı terlediğimi; bu durumun sıcaklardan kaynaklandığını söyledim.O yüzüme kolonya sürmeye devam etti şefkatle. Ben ise... Ben ise yıllar sonra bile o günü hatırlayacağıma emindim...


  1.Bir sosyal paylaşım sitesi,www.facebook.com.
  2.Türkiye Cumhuriyeti para birimi
  3.Türkiye'de de yayın yapan bir TV kanalı.
  4.Yatırım aracı olarak da kullanılan değerli bir maden
  5.A.B.D. para birimi
  6..Merkezi Dortmund şehrinde bulunan köklü bir Alman futbol külübünun(Borissia Dortmund), Türkiye'de sıkça kullanılan nam-ı diğer adı.
  7.Merkezi Münih şehrinde bulunan köklü bir Alman futbol külübünun(Bayern München), Türkiye'de sıkça kullanılan nam-ı diğer adı.
  8.Football Manager adlı bilgisayar oyunu serisinin nam-ı diğer adı.
  9.İnternet üzerinden çeşitli mecralarda paylaşılan gülünç, görüntüler dizisi


 Not: İşbu hikaye, daha evvel de buradan yayınlanmıştı; lakin arşivin silinmesiyle kaldırılmıştı.Şimdi hem yeniden arşivlenmesi adına, hem de okumayanların okuması,okuyanların tekrar okuması (tekrar tekrar okuyun lan yazdıklarımı !) adına... güç bende artık !!! (Hiiiiii -men ! )

Pazar, Ocak 22, 2012

Yarım El Tokalasan Kız

   Yarım El Tokalaşan Kız ! Bir gel şöyle... Evet,evet sen. Bak hala bakıyor ! Sen değil ya...  Heh sen ! Gel gel... Toklaşmaya gerek yok arkadaşım indir elini,biliyorum ben seni... Her neyse, hemen anlat şimdi lütfen; neyin peşindesin sen ?..  Allah aşkına söyle !

   Hayır,eğer karşı cinsle el teması kurmak istemiyorsan anlayabilirim, hoşgörüyle karşılarım; ama elini ilk uzatan da sensin... Elini uzatıyosun, ben de '' insan gibi '' tokalaşmaya niyetlenip, atıyorum elimi  kavramak için. Hop... son anda sen  yarım veriyosun. Ben bütün elimle kavramaya çalışıyorum, o yarım eli; sanki ben zorla tutuyormuşum gibi senin elini. Öyle pis bir durum oluyor. Öyle bi geriliyorum,utanıyorum ki o  tokalaşmadan sonra. Afedersin,''sik'' gibi bir durum oluşuyor, sanki ben sapıkmışım gibi oluyor.

   Ya insan gibi el sıkış, ya da insan gibi el sıkışma! Emin ol, sen de rahatlayacaksın.Ben seni de biliyorum, sen de geriliyosun.''Modern bir kızım ben'' diye elini uzatıyosun; ama ''aynı zamanda edepliyim, bu konularda biraz muhafazakar bir kızım aslında... '' mesajı vermek için yarım elle tutuyosun, benim o dostça uzattığım elimi. Ben sana söyleyeyim,sen ne modernsin ne de edepli. Sen ''yarrak'' gibi bir kızsın! Bir gün elimden bi kaza çıkacak bak ! Sikicem ebeni !
 
   Bak! üşenmedim araştırdım, bu yarım elin olayı aslında şeymiş; eskiden, Avrupa'da falan kadınlar yarım el verirlermiş ki; beyfendiler nazikçe tutup elini öpsün.

   Seni son kez uyarıyorum! Baktım yine öyle oldu, kaldırıp öpücem o eli, yavşakça. Utancından yerin dibine gireceksin ! Ya da senin, o yarım elini bütün elle tutğum gibi kıvırıp kıracağım o parmaklarını, o zaman görüceksin ebeninkini ! Hadi şimdi siktir git burdan !

Çarşamba, Ocak 11, 2012

Zombiler !

     Zombiler...
     Yaşayan ölüler...
     Orrrrrospu çocukları...
     Milletin karısına-kızına,anasına-bacısına,hatta direkt kendisine saldıran,adi canavarlar...
     *                             
     Pekiyi, ama...
     Bir kere sorkduk mu:
     ''Bizi niye yiyorsun? '' diye
     ''Ayıp değil mi?! Kuran'da bile yamyamlık yasaklanmış,sen de insansın... En azından eski günlerin hatrına... '' diye
    Ya da, ''yakışıyo mu sana? hepimiz aynı mahallenin çocuguyuz,şurda...'' diye.
    Sormadık dostlarım, sormadık...
    *
    Hiç buyurettik mi soframıza:
    '' Yengen kavurma yapmış,bayramdan gelen kurbanlık koyun etinden.. tam ağzına layık!'' diye...
    *
    Yahu bu adam aç! Aç!..
    *
    Hem herif zaten ölümden uyanmış,o daha panik senden.Olayı çözmeye çalıyor:'' ulan burası neresi,ben öldüm mü? Mezardan çıktım mına koyim! Bu elemanlar niye bizden kaçıyor?Aa ibnenin elin de pala var,mevzu yapıyor!''
    *
    İşte biz bu aklı karışık,ağzına ne zamandır bir şey girmemiş,aç biilaç adamları görünce, ''aa bu zombi, aa bu çürümüş bir ucube!'' diye, sırf korkumuzdan ve dış görünüşünden dolayı saldırıyoruz...
    *
    Heriflerin kafasına ver ediyoruz palayı, sopayı.
    Beynine çakıyoruz; pompalıyla, magnum'la headshot'ı...
    *
    Ee sen bunu yaparsan o şaşkın adama
    O da sana saldırır tabii sikkafa!!!