Sayfalar

Çarşamba, Temmuz 30, 2014

500 Days of Summer Gibi ya da Küçük Esnafı Bitirdiler

  Her şey çok hızlı gelişmişti. Onunla, ortak bir arkadaşımız -internet- sayesinde tanışmıştık. Hoşça muhabbet ediyor, eğleniyorduk. Paylaşabileceğimiz çok şey vardı. İkimiz de ''the smiths''i çok seviyorduk .Birbirimize deliler gibi en sevdiğimiz smiths şarkılarını gösteriyor, ''komikli fotoğraf''larımızı  atıyorduk. Kısa sürede, arkadaşlığımız klasik bir ilişkiye doğru yönelmişti. Açıkça, direkt olarak olmasa bile, birbirimizden hoşlandığımızı belirten ifadeler kullanıyor, flört ediyorduk. uzun süren ''paslaşma''lar sonunda buluşmaya karar verdik...

 Nereye gideceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu.Ben şehrin bir ucunda; o da diğer ucunda oturuyordu. Hatta düşünüce ''uzak mesafe ilişkisi'' bile olabilirdi bu... Ortak bi yerde buluşmayı önerdim. O da bir masa lambası alması gerektiğini, bu sebeble İKEA'ya gidip beraber lamba bakıp yemek yiyebileceğimizi söyledi. Şimdi düşününce, daha ''İKEA'' lafını ilk duyduğum anda işlerin nasıl gideceğini kestirmiş gibi bir ürperti almıştı beni, fakat bu ürpertinin neden kaynaklandığını o anlaymamıştım. Her neyse... Daha iyi bir fikrim olmadığı için kabul ettim. Buluşma saati ayarladık.

 Tahmin edebileceğiniz gibi,ben tam kararlaştırdığımız saatte metro durağında onu beklerken; o 25 dk. sonra gelebildi. Renk efektli fotoğraflarında göründüğü kadar güzeldi.kumsal gibi saçları,deniz gibi gözleri vardı.Fakat güzelliğinden beklenmeyecek derecede çekingen gibiydi.Romanlarda anlatıldığı gibi sanki güzelliğinden utanıyormuş gibi bi hali vardı.Bugüne kadar  roman güzeli görmemiştim, benim gördüğüm güzeller hepimizin bildiği mağrur güzellerdi.


 Çok hoş görünüyordu, neşeliydi. Ayrıca aşırı güzel kokuyordu. Hafifçe birbirimize sarılıp yanaklarımızı değdirdik. Sarılma sırasında kokuyu daha net alabiliyordum, gerçekten olağan üstü güzeldi bu koku. Ne çok ağır ne de çok hafifti. O kadar güzel kokuyordu ki; kokulu silgiler de çoçukların yaptığı gibi dilimi kullanarak tadına bakmak istemiştim. Lakin ilk buluşmada kızın boynunu ''dillemek'' olmazdı tabii, kendimi tuttum. Aptal bir sırıtışla ''Selaaaağm!'' dışında bi laf edemedim, sadece sırıtıyordum. Selamlaşma faslından  sonra:

  ''Önce lamba mı bakalım; yoksa yemek mi yiyelim?'' diye sordum.

  Henüz pek aç olmadığını, önce lamba bakıp gezinip muhabbet ettikten sonra yiyebileceğimizi söyledi. Onayladım ve yavaşça mağazayı gezmeye başladık.

 Birbirinden ''modern'' eşya tasarımları içersinde ilerlerken kendimi oldukça samimiyetsiz hissettim. Şu noktada bir şeyden bahsetmek zorundayım. Oh, hayır...Sizlere İKEA hakkında zaten pekçok insan tarafından yapılmış tespitleri ısıtıp sunmayacağım ya da ''İKEA gezmek'' eylemini yerip bu hikayede ''kalabalık(-lar) içersindeki yalnız adam...''ı oynamayacağım. İnsanız ve hayal kurmayı seviyoruz. Dolayısıyla  çeşit çeşit eşyayı görmek, bu eşyalarla süslenmiş oda modelleri görmek hoşumuza gidiyor. Hele bunlar ''modern gibi '' olursa... Hayal kurmak istiyoruz ve tabii ki hayallerimizin de ''modern'' olmasını istiyoruz...Tıpkı 500 Days of Summer'daki gibi yaşamak istiyoruz. Hiç yalan söylemeyim, hiç '' İKEA gezmek ne yaeeee... kültür özentisi miyim ben ...'' durumuna girmeyeyim. Açıkça söylemeliyim ki bu eylemde bir abes görmüyorum. Fakat üzülerek söylüyorum ki.. Ben bir ''modern'' değildim, beni geren de buydu.

 Modern odalar, modern salonlar ve modern mutfaklar sanki beni eziyordu .O ise çok rahattı, sanki  orada yaşıyormuş gibiydi. Gerçekten öyle diye düşündüm... O bir ''modern''di.. ve ortama hakim bir şekilde geziyor, bana bi şeyler anlatıyordu. Ben ise bu şartlar altında pek muhabbet edemiyor; sadece onun çoşkulu bir şekilde anlatığı şeylere gülümseyerek birbirne benzer, kısa onay cümleleriyle karşılık verebiliyordum. Ben de bir şeyler anlatmalıydım ama ne!? Kendimle ilgili olan şeyleri zaten yazışırken anlatmıştım. Arkadaş ilişkileri mi anlatsam? Zaten onun kadar sosyal değildim, arkadaşlarımla karmaşık ilişkilerim olmuyordu. Ayrıca arkadaş çevrem onun ilgisini hiç çekmeyecek tiplerdi. Lakin mutlaka bir konu bulmalıydım; çünkü sıkılmaya başlamıştı. İlgisini benden çekip ''modern tasarım''lara yöneltmişti...

  ''Biliyor musun; bunların içi boş...'' dedim, elimi modern bir sehpaya ard arda vurarak.

 Gülümsedi, çok güzel gülümsüyordu. Yuvarlak yanakları,elmacık kemiklerine doğru şişiyor,gözleri parıldıyordu. Aslında her insan öyle gülümser... lakin bu, onda çok daha güzeldi.

 ''Evet..'' dedim, ''Mukavvadan destek var içersinde sadece, o kadar...''

 Gülümsemeye devam etti.

 Kitaplıkların olduğu bölüme geçtik.Bu sefer kitaplıklara vurmaya başladım.

 ''Bunlar da sırf sunta. Talaşları reçine ile sıkıştırıp kaplıyolar o kadar... Dünyaya sunta sata sata zengin oldular şerefsizim!'' diye ekledim.

 Hala gülümsüyordu; lakin bu seferki başkaydı. Benim, başta bahsettiğim gülümsemeye benziyordu; sadece samimiyetsizce onaylamak için.Bunu o an farketmiştim. Durabilirdim; fakat artık iş işten geçmişti, çoştukça çoşuyordum. Sehpalara masalara  tıklıyor, ''Çk... Çk...'' gibi olumsuzluk ifade eden sesler çıkarıyordum.

  ''Bizim eski mahallede, Hilmi Usta'nın yaptığı dolabın yanına bile yaklaşamaz bunlar... 18 yıldır kullanıyoruz...Vermeyin bunlara para... Kurnaz olun biraz, kurnaaağz!  '' dedim.

 Duymamazlıktan gelerek sonunda beğendiği bi lambayı bulduğunu söyledi. Lambayı aldık. Artık yemek yiyebilirdik. Köftelerimizi aldık, sebilden kolalarımızı doldurduk.Yemekte derin bir sessizlik olmuştu hiç konuşmuyordu. Yemek bitti, oturuyorduk. Elleri cebinde somurtuyor; yüzüme değil, uzaklara bakıyordu. Laf olsun diye:
 
 ''Sırf köfteden bile ne para kazanıyolardır...'' dedim. 
 
 Galiba bu geyik bardağı taşıran son damla oldu. Benimle hoş vakit geçirdiğini fakat aramızda bir şey olamayacağını, birbirimizden farklı olduğumuzu,bunu bugün anladığını söyledi. Çok utandım, aniden böyle şeyler söylemesini beklemiyordum. Tekrar sessizlik oldu, uzaklara bakıyordu. Bu sırada dikkat ettim ki elleri hala cebindeydi,cebinde kurcaladığı bir şeyler vardı.''Ulan...Yoksaaağ!?''diye iç geçirdim. Acaba tahmin ettiğim şey olması mümkün müydü?..

 Sessizliğin ve benim garip bakışlarım üzerine, demin söyledikleriyle ilgili bi açıklama yapma ihtiyacı duymuş olmalıydı:

 '' Ya... Ben daha farklı olur diye düşünüyordum, Ne biliyim  smiths falan...'500 days of summer' gibi olur sanmıştım... '' dedi.

 O an daha fazla dayanamadım. Yüksek sesle cebindekileri çıkarmasını söyledim. Afalladı. Hızlı bi şekilde; isteğimi tekrar, kararlı bi sesle yineledim. Bu ani baskı, onu daha da afallattı. Ben lafımı tam bitirmeden dediğimi hızlıca yaptı, cebindekileri masaya çıkardı.

 Tam tahmin ettiğim gibi aşağı yukarı 10-12 tane İKEA kalemi masaya döküldü...Her kurnaz gibi, çaktırmadan bu kadar kalemi cebe indirmişti..

 ''Bu mu ulan, 'fayv handırıd deyz of samır gibi' !? ''dedim.

 Gülümsedi...Çok güzel gülümsüyordu...