Sayfalar

Pazar, Mart 11, 2012

Insan ve Mekan

  Bildiğimiz üzere; insan zamana ve mekana bağımlı bir haldedir.Yani yaşadığı müddetçe mutlaka belirli bir zaman ve belirli bir mekan üzerinde varolabilir. İşte bu yüzden her insan bir mekana ihtiyaç duyar.Bu ihtiyaç durumuna göre, mekanda bir spesifiklik aranır.Örneğin; insan sevişeceği birini bulduğu zaman bir ev de bulmadır; ya da bir otel odası, en kötü sinema salonuna gitmelidir. Çünkü insan, hayvanlar gibi uluorta yerde sevişemez,ona göre bu iş mahremiyet ister...

   Eni, boyu ve de yüksekliği olan, 3 boyutlu bir alan içersine serpilmiş bir takım eşya ya da araç-gereçlerden oluşturulmuş bir ortam değildir sadece mekan.Bir ruhu vardır,bir aurası...Bahsettiğim ruh, insanda bir takım duygular uyandıran bir olgudur.Yani,aslında mekanın ruhunu oluşturan şey o duygulardır,mekanın ruhu o hissiyattır. Bu duygular pek çeşitlidir: huzur, güven, mutluluk, heycan, gerilim, korku, bunalım ya da yabancılık, tiksinti, benimseme, vb şeyler...

   Ayrıca, şu noktada eklemek gerekir ki; mekan içersinde bulunan insan veya insanlar da, aslen mekanın bir parçasıdır.Yani, kişiye göre kendi varlığı haricinde kalan, diğer bütün varlıklar mekanın parçasıdır.Daha açık konuşayım; klasik bir cafe ortamı düşünelim,eğer bu cafenin müşterileri,müdavimleri kişinin hoşlanmadığı, tasvip etmediği ya da yadırgadığı tiplerden oluşuyorsa; kişi rahat edemeyebilip sıkılabilir, hatta tiksinti duyabilir.Bu durum da kişi, bir bütün olarak, o cafenin kendisinden de hoşlanmaz. Halbuki; aynı ortam kişinin kendi gibi, benimsediği tiplerden oluşmuş olsaydı,kişi herhangi bir olumsuzluk hissetmeyecek, aksine kendi oldukça rahat  hissedebilecekti...

   Ya da bir stadyumu ele alalım.Eğer içersinde ki kitle çoşkun,ateşli bir kalabalık ise mekan bambaşka bir hava alır ve boş olduğu durumdan farklı olarak bambaşka bir mekan oluşturmuş olur. Bu stadyum içersinde mücadele eden futbolcuyu ele alalım.Eğer varolan, o çoşkun kitle onun takımının taraftarı ise genel olarak futbolcunun tutku,özgüven gibi, onu motive edecek hisslerin şiddeti katlanacaktır.Aksi durumda,futbolcu deplasmanda ise; bu sefer de, futbolcu, mental hassasiyetine göre demotive olacaktır.Tabii bu gibi durumların oluşmasında ,işin içersinde ünsiyet de mevcuttur. Mekana karşı hissedilen bu alışıklık, futbolcunun daha iyi oynamasını sağlayacaktır.

   Ünsiyet gerçekten çok önemlidir.Kimi insanlar vardır; evlerini dışında uyuymaz, hatta tuvalete bile sıçamazlar.Ortam son derece müsait, kişiye gerekli mahremiyeti sağlamış olsa dahi, sırf alışık olmadığı için o yerde sıçamaz. Şu noktada görüyoruz ki insan,canlılar arasında psikolojik olarak en hassas olanıdır.Uygun olmasına rağmen,mekandan rahatsız olduğu için sıçamayan at ya da köpek olmaz.

  Tüm bunları düşünüce görüyoruz ki insan ve mekan arasında çok derin bir bağ vardır.yapılan her düzenlemede,her sistemde bu bağ göz önünde bulundurulmalı,İkisi arasında uyum mutlak suretle aranmalıdır...

  İşte ben tramvay durağına doğru yürürken yolda, bu anlattıklarımı düşünüyordum; gideceğim yerde iki kelam laf etmem gerekir, taklaya gelmeyeyim de evvelden oturtayım ne anlatıcağımı diye... O gün Kadir'le buluşacaktık onların okulda,Mimar Sinan'da. Plan yaparken '' Öğleden sonra gelirsin,yemek yeriz falan.Sonra biraz okulda takılırız,ardından seçmeli bir ders var: 'İnsan ve Mekan' diye, ona gireriz; bir saate biter.Bitince de Taksim'e çıkarız'' demiş, ''Oğlum! Sınıfta toplam 10-12 kişi oluyor,sadece 2-3 erkek falan kalıyoruz,alayı kız lağğn...'' diye de çoşkulu bir biçimde eklemiş, beni de çoşturmuştu. ''O zaman,'' dedim; ''fotoğraf makinesi alayım yanıma''. ''Niye?'' diye sordu, ''Aman, Kadirciğim '' dedim;'' Mimar Sinan'ın şanındandır.Yarı-pro bi makine var,diyafram ayarıyla oynayıp,boş bank falan da çekeriz hem...'' ardından da, Tophane'de mi yoksa; Fındıklı'da mı inmem gerektiğini sordum. '' Fındıklı'da in, bak etrafına, 'uzun saçlı gençleri'  gördün mü; takip edersin...'' dedi. ''İyi '' dedim gülerek, yeterince açıktı...

   Durağa varmıştım, hemen yanda gazete bayii vardı.Ben de o hafta çıkan uykusuzu almamıştım.Dergiyi almak için bayii'ye yöneldim; fakat '' Ulan ya Sarıkaya bu hafta da yoksa?'' diye bi an düşündüm önce...Sonra '' Olsun ya elimde taşırım; bulunsun aksesuar olarak. Ortamda işe yarar belki...'' dedim ve bayiideki adamdan ''uykusuz'' istedim; verdi. Ardın da gözüm yandaki fotomaça takıldı. Aklıma birden; uykusuz yerine elimde fotomaç'la, ganyan ekiyle dolaşşam MSÜ'de, mekanı nasıl etkileyeceğimi, mekanla aramda oluşturacağım bu uyumsuzluk karşısında etraftakilerin üzerinde nasıl bir etki yaratcağımı,onların ne gibi tepkiler vereceğini falan düşündüm.Ve bu, bi tür sosyal deney sayılabilecek bu olayı uygulamayı karar verdim.

   Bayiiden; ''Usta, bi de fotomaç versene'' diye ekledim. Hemen moda girmiştim. Belirtmeliyim ki; fotomaç öyle '' bir fotomaç alabilir miyim'' diye istenmez.  İstenirse, '' Tabii efendim,'rahatlıkla alırsınız...' '' gibi nüktedan cevaplarla karşılaşmanız son derece olasıdır. Tabii, ben burda Topkapı-Kaleiçi'nden bahsediyorum. Diğer semtlerideki gazate bayii sorumlularını tenzih ederim.

   Fotomaçı da aldıktan sonra; yola devam ettim.''Tam 40 Sayfa'' olarak tanıttıkları, o güne özel, iddaa ekini çöpe attım.Benim işim '' tempo'' adlı ganyan ekiyleydi. Tramvaya bindim, şanslıymış ki boş bi yer de buldum. Önce uykusuza baktım,Umut Sarıkaya yazı yazmıştı, zevkle okudum ve dergiyi kaldırdım.Ardından ganyan ekine göz gezdirmeye başladım.

   Altılı'dan pek anlamam.Tamam; favorinin daha az kazandırdığını,eşeğin galibiyetinde kat ve kat,daha fazla kazandıracağını bilirim, ya da  Halis Karataş'ı tanırım en azından.Yani yaşıma göre yine de  oldukça bilgi sahibi sayılırım. Ben maalesef ki;  ''İddaa''zamanına denk geldim. Ama gerek mahalleden; gerek kendi abimden olsun, biliyorum ki; benden bi evvelki nesil ''ganyancı''ydı. Mahalledeki ganyan bayiinde sık sık üniformalı lise öğrencilerine rastlanırdı. Ama işte, ne zaman ''İddaa'' denen, o dandik oyun çıktı; ganyan olayı  için son başladı. İlk çıktığı zaman bile Altılı'ya büyük darbe vurmuştu İddaa. - sadece ganyana verdiği zararla kalsa da iyiydi, ayrıca ''iddia'' kelimesini de sikip atmıştı- Üzülerek söylüyorum ki; oynanma oranı daha da düşecek ganyan'ın, çünkü yeni bir ganyancı nesil gelmiyor artık

   Her neyse, işte... Fındıklı'ya geldim. Okulun önünde Kadir'le buluştuk, yemekhaneye doğur yürüyorduk. Elimdeki ganyan ekini görünce; '' Bu ne lan?'' diye sordu. Elimdekinin ganyan eki olduğu açıktı.Burada asıl merak edilen elimdekinin ne olduğu değil de, ''ne için'' elimde olduğuydu.Bunu bilmeme rağmen,bilerek ''ganyan ekiii...'' dedim.''Napıcaksın onu ?'' diye bir kere daha sordu.'' Tuvalet kağıdı yapıcam'' demek geldi içimden fakat demedim, çünkü yemekhanenin kapısından girmiştik o sıra, birazdan yemek yiyecektik. '' Sosyal bir deney yapıyorum. 'Mimar Sinan' gibi çok uygun bir ortam yakalmışken kaçırmak istemedim bu fırsatı. Bununla beni burada gören,insanların tepkilerini inceliyorum.'' dedim. Sırttı: ''Ya olm manyak mısın? Bi siktir git ya, koy şunu çantana.birazdan masaya oturucaz,arkadaşlar var...'' dedi. Hızlıca ilerliyorduk.Ben zaten yemekhaneye ilk girdiğimizde gördüğüm kalabalıktan -ki çoğu kızdı- biraz çekinmiş,elimdeki ganyanı kolumun altında, hafif saklamaya başlamıştım.Kadir ''arkadaşlar var'' deyince de iyice çekindim. İlk seferde beni, birden böyle görmeleri ağır olabilirdi. Özellikle kızlar için...

   O benim yemeğimi önceden almış, masaya yerleştirmişti. Direkt masaya yöneldik. 2 kişi daha vardı, ikisi de erkekti. İçimden: '' Bu muydu lan arkadaşlar... Piiii! '' dedim, sonra; ''Neyse, derste kızları da görürüm nasıl olsa'' diyerek, keyfimi bozmadan devam ettim. Önce tokalaştık,tanıştık falan; ardından biz de oturduk yemeğe,biraz soğumuştu. Ben etrafa bir daha baktım; her grupta, en az bir kız vardı.Sap erkek olan tek grup bizdik, koca yerde. ''Sokayım ganyanına! Gerek yokmuş ki lan ganyan'a. Bu grup böyle de mekana hiç uymuyor zaten...'' diye düşünürken, farkettim ki; bizim elamanlardan bi tanesi de diğer masalara göz gezdiriyor. Ben: ''heralde o da farkketti durumu, tanıdık birelerine mi bakıyor,kız arkadaşlarına mı bakıyor lan acaba !?'' diye umutlanırken; '' Ya abi, her masada ayran var; bi bizde yok lan'' dedi. Baktık harbiden de öyleydi.Demek; hem kızsız hem de ayransızdık. Hani, ''co-co-co combo breaker! ''derler ya.İşte aynen öyleydik. Her neyse, diğeri kalktı da ayranları alıp geldi, en azından yemeği kuru-kuru yememiş olduk...

   Yemekten sonra,diğerleri yanımızdan ayrıldı,dersleri varmış. Biz de, ders saatine kadar dışarda basket oynalım dedik.Orda birkaç elaman daha vardı. Tek pota, 3vs3, oynamaya başladık..Son 2-2.5 yılda belki iki; belki de üç kere basket oynamışımdır heralde, ona rağmen  kendi standardıma göre fena değildim. Kimi zaman oyun kurdum, kimi zaman pota altı oyuncusu gibi takıldım, kimi zaman da şutörlük yapıp takımım adına ''kritik sayı''lara imza attım...

   Bayaa oynadık,yorulduk falan... Ders saati yaklaştı, yola koyulduk.O sıra artık çekinmiyordum. Aldım elime ganyan ekini, taktım kulağımın arkasına tükenmez kalemi... Kendimi 40 yıllık ganyancı  gibi hissettim.

   Fakülteye girdik,koridorlarda bazılarının ilgisini çekmiş, yüz ifadelerini hafiften değiştirebilmiştim.Elimdeki ganyanı farkettikten sonra, tam yüzeme doğru bakarken; aniden gözlerini yere indirip yoluna devam edenler olmuştu. Aniden bakışlarını yüzümden çevirmelerin sebebi, benim de onların yüzlerine bakmamdı. Ben de  onları inceliyordum çünkü. Takındığım ifade ise; ''Ne var mına koyim; ne ! Ganyan eki işte! Hiç mi görmedin!? Baban-amcan hiç mi altılı oynamadı !? '' tarzında,son derece özgüven dolu, umursamaz bir ifadeydi. Şu an, bahsettiğim ifadenin tam olarak, nasıl bir şey surat şekli olduğunu ben de kestiremiyorum ama; o zaman öyle bir havam olduğunu hissetmiştim.

   Elimizi, yüzümüzü yıkamak için önce tuvalete, ardından sınıfa çıktık. Boş bulduğumuz iki sandalyeyi kenara çekerek oturduk. Ben oturken elimdeki ganyan ekiyle cop gibi oynuyor,bir elimle tutup diğer elime vuruyor,sınıftakilerin dikkatini çekmeye çalısıyordum fakat sınıftakiler henüz dikkat etmemişti,elimdekine. Kadir haklıydı gerçekten erkek nüfüsüna göre, kıza nüfüsü oldukça fazlaydı. Kadir'e baktım, kızlardan hiçbiryle diyaloğu olmadı.''Ulan bu ne ya! Bilseydim hiç gelmezdim...'' diye iç çekerken, hoca geldi. Ben de hocaya saygızılık olarak algılamasın diye ganyan ekini u hemen arka cebime sıkıştırdım, arkadan üzerimdeki montu üzerine serip toparlandım.

   40-45 yaşlarında, kemik gözlüklu, ince atkılı, montunun önün açık olmasına rağmen atkıyı boynuna dolamış, tam bir ''MSÜ hocası''ydı. Sınafa girer girmez çok uzun bir yolculuk yaptığını, bütün hafta Londra'da oldugunu, havalimanından direkt olarak, buraya geldiğini anlattı. Söylediğine göre bavullarını bile kendi almamış,fırsat bulamamış; bir arkadaşına bu işi halletmesi için rica etmişti. Hoca sınıftakilerin halini,hatrını sorduktan sonra bizden sandelyeleri, öne doğru çekip onun sandalyesi etrafında bir çember oluşturmamızı istedi. Bu arada sordu:'' Evet,ne içiyoruz ?'' herkese çay ya da kahve, hangisini tercih ettiklerini sordu. Hoca ve diğerleri  tahmin ettiğiniz gibi ''kahve'' seçti, bense çay istediğimi belirttim. 50 lira çıkardı. '' Biri gönüllü olsun da, gidip alsın'' dedi. Kadir,hareketlendi: ''Ben alırım'' dedi, sonra benden de ''sen de gel,beraber taşırız'' diyerek gelmemi rica etti, birlikte çıktık.

   Siparişler hazırlandıktan sonra, kasaya parayı ödedik, 16 lira tutmuşu. Kadir'e, ''Hoca her hafta böyle, tüm sınıfa kahve mi alıyo lan?'' diye sordum.''He...''dedi;'' alıyor,valla...'', ben de: '' Helal olsun! Eli açık adammış, 16 lira az para mı lağğn...'' deyip bir süre hocayı övdüm, takdir ettim. Kahveleri, tepsi görevini gören bi karton  kutu üzerinde Kadir aldı, ben de para üstünü aldım.

  Sınıfa vardık, onlar çoktan yerleşip konuşmaya başlamıştı,Kadir kahve dolu bardakları dağıtırken, ben de hocaya parasını vermek için çemberin içine kadar girmiştim.hocaya parasını uzatırken birden, göt cebime sıkıştırdığım ganyan eki yere düştü. Tabii,hoca dahil herkes çemberin ortasındaki ganyan ekine,sonra bana bakmış olmalıydı...''Olmalıydı'' diyorum çünkü  ufak çaplı çemberin içersinde olduğum için, bu mekan beni oldukça germiş,etrafımı çevirmiş kızların hepsinin gözlerinin üzerimde olduğu düşüncesi oldukça utandırmıştı.Bu sefer yüzümde o umursamaz tavırdan eser yoktu. Başımdan aşşağı hafif bi kaynar su dökülmuş gibi oldu,çekingen çekingen,utangaç utangaç sırıtarak hemen yerdeki ganyanı ekini aldım ve cebime koydum tekrar .O an sadece Kadir'e baktım,bakabildim,onda da en az bendeki kadar utangaç bir sırıtma vardı, benim adıma utanmıştı ve bana '' Al, gördün,ebenin sosyal deneyini ! '' der gibi baktı.

   Bütün ders boyunca hiçbir laf etmedim, hiçbir söze girmedim. Önüme; hiçbir göz teması kurmaksızın, sadece önüme baktım.Ben çemberin bir parçası olamadım...


  

4 yorum:

Miss Spock dedi ki...

Vogue alacaktın eline.

erim dedi ki...

cinsiyetimi düşününce pek yakışık alamazdı galiba. Mimar Sinan dediysek de, o kadar demedik...

Miss Spock dedi ki...

Nice kemik gözlüklü, keçi sakallı, ince fularlı, moda aşığı erkek kişisi eskitti Mimar Sinan. Hey gidi hey!

erim dedi ki...

moda aşığı eşcinsel erkeği eskitmiştir ancak.normal erkeği değil